Dünya Dört Sütun Üzerinde Durmaktadır
YılanlıSütun. Yılanlı Sütun, diğer adı ile burmalı sütun olarak da bilinmektedir. İstanbul ilinin, Sultanahmet semtinde yer almakta olan Hipodrom’dan, bugünkü ismi ile At Meydanından kalmış olan, birbirine dolanmış halde üç piton yılanının sembol edildiği, bronzdan yapılma bir antik Yunan anıtıdır. Klasik
Konstantinopolis hipodromu, Bizans Devri boyunca at arabası yarışları için kullanılmış bir alandı. İlk olarak MS 3. yüzyılın başlarında, İmparator Septimius Severus döneminde inşa edilmiş olup; MS 4. yüzyılda ise İmparator I. Konstantin tarafından daha görkemli bir yapıya dönüştürülmüştür. Hipodrom ayrıca
Anıt mezarının etrafındaki beş sütundan biri tahrip olmuş, dört sütun yerinde durmaktadır. Güneye bakan sütun üzerindeki Kartal göksel gücü temsil ederken, doğuda bulunan aslan ve boğa yerdeki gücü temsil etmektedir. Batıdaki sütun üzerinde tokalaşma sahnesi Mithradates ve güneş tanrısı Apollo’yu göstermektedir.
B u alt kaidenin üzerinde porfir bir pinth, sonra sütunun kaidesi ve yedi adet porfir silindir taş bulunmaktaydı.(Bunlardan en alttaki kısım, bugünkü taş örgünün altında kalmıştır.)En tepede, var olan taş örgü yerine, tahminen Korint üslubunda büyük bir sütun başlığı ve bunun da üzerinde Constantinus’un Apollon
İSTANBULDA HEYKEL. Boğaziçi, Haliç, Marmara ve Karadeniz’in suları 1 üzerinde yükselen tarihî yarımadası, Asya ve Avrupa kıyıları ve adalarıyla İstanbul; denizle karanın iç içe, kucak kucağa olduğu sıra dışı bir coğrafi yapının üzerine kurulmuştur. Açık ve kapalı alanlar, derin perspektifler ve tepeler
Mabedinduvarları yeşil perdelerle örtülüdür. Köşelerde dört beyaz sütun ve her sütunun üstünde şamdanlar bulunur. Yeşil, topraktan yeşeren bitkilerin rengidir ve ölümden sonra yeni bir hayatın başladığını, yani ölümsüzlüğü ifade eder. Biz öleni toprağa gömeriz, toprak da bize bir canlı olan yeşil bitkiyi verir.
milyon ilk yapıldığında dört yöne bakan bir kapı ve bu noktada kesişen yolların üzerine yükselen, dört sütun üzerine oturmuş bir kubbeden oluşmaktaydı. tetrapylon mimari ismi ile anılan bu yapılar roma kültürünün önemli öğelerinden biriydi. milyon anıtının ve kubbesinin üzerinde birçok bizans dönemine ait heykel
OePOCS. Konut, din ve askeri yapıları ile orta çağ şehirciliğinin karakteristiğini gözler önüne seren Ani, İpek Yolu üzerindeki kültürel ve ticari merkezlerden biridir. Hristiyan ve daha sonra Müslüman hanedanları tarafından yüzyıllar boyunca yerleşim olarak kullanılmış olan bu çok kültürlü orta çağ kenti, 2016 yılından itibaren UNESCO Dünya Mirası olarak koruma altına alınmıştır. Kars’ın Ocaklı Köyü sınırları içerisinde bulunan Ani Arkeolojik Bölgesi, Ermenistan ile doğal sınır oluşturan Arpaçay nehrinin batı yakasında üçgen bir platoda yer almaktadır. İpek Yolu’nun Kafkaslardan Anadolu’ya ilk giriş ve konaklama noktasında kurulmuş olan antik kent, orta çağın şehircilik, mimarlık ve sanat açısından gelişiminin ve çeşitliliğinin bir arada görüldüğü çok kültürlü bir yerleşimdir. İpek Yolu’nun Önemli Bir Kavşağı On altıncı yüzyıla kadar yerleşimin sürekli olduğu Ani’nin en eski tarihinin MÖ 5000 yıllarına kadar uzandığı düşünülmektedir. Tarih öncesi dönemde yerleşim, Bostanlar Deresi olarak adlandırılan vadideki volkanik mağaralarda başlamıştır. Bugünkü arkeolojik bölgeyi oluşturan İçkale, 4. yüzyılda Kars şehrine ismini veren Karsaklılar tarafından yaptırılmış. İpek Yolu üzerinde yer alan yerleşim çok kültürlü bir ticari merkez olarak gelişmiş, kapalı kent modelinden açık kent modeline geçişte bölgenin ilk örneği olmuştur. Antik kent, Gürcü ve Ermeni krallığı olan Bagratlı Krallığı’nın başkenti olduğu dönemlerde gelişerek İpek Yolu’nun önemli bir kolu haline gelmiştir. Daha sonra, Bizans, Selçuklu ve Gürcistan egemenliği altında, Bizans, İran, Suriye ve Orta Asya arasındaki ticaret yollarını kontrol ederek, ticaret kervanları için önemli bir kavşak olma özelliğini korumuş; bu dönemde büyük bir gelişme göstererek bölgenin politik, kültürel ve ekonomik merkezi konumuna yükselmiştir. Ani, 1319 yılında yıkıcı bir deprem yaşamış, akabinde de Moğol istilasına uğramıştır. Tüm bunların yanında ticaret yollarındaki değişimler kentin çöküşünü hızlandırmış; 1535 yılında yapılan Osmanlı-İran savaşında kent tamamen terkedilmiştir. Özgün Bir Mimari Tarz Ani Arkeolojik Bölgesi, 78 hektar büyüklüğündeki bir alan üzerinde yer almaktadır. Kent, etkileyici dış cephe surları ve sur içerisindeki kamu binaları, sivil ve dini yapılar, dini anıtlar, kervansaray, köprü gibi günümüze ulaşmış 21 adet tescilli yapı barındırmaktadır. Ani’de yaşamış olan Zerdüşt, Hristiyan ve Müslüman toplumlar, kentin kültürünü çeşitlendirdiği gibi mimari tarzını da etkilemiş; farklı tarzların birleşimi kente özgün ve zengin bir mimari doku kazandırmıştır. Kent, mimari tasarım, malzeme seçimi ve dekoratif detaylara yansıyan Ermeni, Gürcü ve çeşitli İslami kültür geleneklerinin buluşma yeri olmuş; kültürler arası etkileşimler sonucunda ortaya çıkan bu yeni stiller, Ani’ye özgü bir mimarinin oluşmasını sağlamıştır. Bu özgün mimari yaklaşım, Anadolu ve Kafkasya’nın farklı bölgelerinde de etkili olmuştur. Ortaçağ mimari gelişiminin geniş bir panoramasını sunan Ani, teknik, stil ve malzeme özellikleri ile Ermeni dini mimarisinin de temsilciliğini yapmakta, 4. ve 8. yüzyıllar arasında Ermeni Kilisesi mimarisinde geliştirilen plan tiplerinin hemen hemen hepsinin birlikte görülebileceği nadir bir yerleşim yeri olarak kabul edilmektedir. Bölgedeki ilk kazılar, Ani’nin, Çarlık Rusyası’nın yönetiminde olduğu 1892 yılında başlamıştır. Rus Dil Bilimler Akademisi’nde görevli Nicholas Marr tarafından yapılan kazılar sonucunda Bronz ve Demir çağa ait yerleşimler ve Urartulu olması olası yapılar gün ışığına çıkarılmıştır. Mağara evler Fotoğraf Reyhan Çetin/ Bostanlar Deresi’nin iki yakasındaki tüf kayalıklara oyulmuş çok sayıda mağara bulunmaktadır. Bunlar dinsel, mezar odası, depo, konut, kuş evleri ve benzeri işlevlerle kullanılmıştır. Bazıları merdivenlerle çıkılan ikinci katlara sahiptir. Anıtsal özelliklere sahip yapıların çoğunluğu hala yerinde duruyor olsa da, depremler ve insan tahribatları nedeniyle tümünde ciddi yapısal sorunlar yer almaktadır. Arazinin görsel bütünlüğü ise taş ocağı faaliyetleri ile kayalık mağaraların ve mera alanlarının uygunsuz kullanımından olumsuz etkilenmiştir. Ani Surları ve İpek Yolu’na Giriş Ani antik kentini çevreleyen surlar ilk olarak 964 yılında Bagratlı Kralı Aşot tarafından yaptırılmıştır. Sonrasında surlara, bir tanesi Selçuklular zamanında olmak üzere iki kez takviye yapılmıştır. Toplam uzunluğu 4 buçuk kilometre olan surların yüksekliği kurulduğu arazinin eğimi nedeniyle 5 metre yüksekliğe dek erişmektedir. Dış cephesinde haç motifleri, aslan ve yılan kabartmalı rölyefler, çini süslemeler bulunan surların yedi giriş kapısı bulunmaktadır. Aslanlı Kapı Fotoğraf Sur kapılarının en önemlileri Aslanlı Kapı, Kars Kapısı ve Sarnıçlı Kapı’dır. Aslanlı Kapı’nın bulunduğu surların doğu burcu üzerinde Selçuklu Sultanı Alparslan’ın kenti 1064 yılında fethetmesini belgeleyen dört satırlık kufi İslami kitabe bulunmaktadır. İpek Yolu Köprüsü Fotoğraf Ggia İpek yolunun Anadolu’ya ilk giriş noktasında bulunan İpek Yolu Köprüsü, Arpaçay nehrinin üzerine kurulmuştur. İki katlı köprünün alt katı kervanların, üst katı ise yaya ve askerlerin geçişi için kullanılmıştır. 9. yüzyılda inşa edilen köprünün günümüze sadece ayakları ulaşabilmiştir. Etkileyici Kiliseler Ani’de pek çok kilise bulunmaktadır. Bunlardan en dikkat çekeni Ani Katedrali’dir. Kesme tüf taşından inşa edilmiş olan kare planlı katedralin temelleri Bagratlı Kralı II. Sembat tarafından 990 yılında atılmış ancak kralın ölümü nedeniyle eşi kraliçe Katranide tarafından tamamlanmıştır. Yazıtlara ve tarihçilere göre kilisenin mimarı aynı yüzyılda İstanbul Ayasofya Kilisesi’nin tamiratını yapan Tridat ustadır. Katedral, Alparslan’ın Ani’yi fethinden sonra camiye çevrilmiştir. Aziz Prkich Kilisesi Fotoğraf Ggia Katedralin yakınında yer alan Aziz Prkich Kilisesi, 1036 yılında inşa edilmiştir. İçi sekiz köşegenden oluşan daire planlı kilise, kubbelidir ve iki kısımdan oluşmuştur. Kilise, 1291 ve 1342 yıllarında Atabekler tarafından restore edilmiş, 1930’lu yıllarda ise yıldırım düşmesi sonucu yarısı yıkılmıştır. Kral Gagik Kilisesi Fotoğraf Kral Gagik tarafından 10. yüzyıl başlarında yaptırılan Gagik Kilisesi, ilk yapıldığı yıllarda yüksek kubbesi nedeniyle yıkılmış, sonrasında sekiz tane bazalt taşından yapılmış sütun üzerine daha küçük bir kubbe ile örtülmüştür. Kiliseden günümüze sadece temel duvarlarından bir kısmı ulaşabilmiştir. Silindirik bir yapıya sahip olan Abughamrents Aziz Gregory Kilisesi, 980 yılında Prens Pahlavuni tarafından yaptırılmıştır. Silindirik bir yapıya sahip olan kilise, sekizgen kubbelidir ve birbirine geçmiş ince sütunların desteklediği altı adet kenar sütun üzerinde durmaktadır. Tigran Honents Kilisesi Fotoğraf mx Tigran Honents Kilisesi, Anili bir tüccar olan Tigran Honents tarafından 1215 yılında inşa ettirilmiş. Haç planlı kilisenin iç mekanı dört büyük sütunla kubbeye bağlanmıştır. Kilisenin çatı alınlıkları rölyef hayvan figürleri ile içi ise İsa’nın doğumundan ölümüne kadar geçen olayları sembolize eden fresklerle süslenmiştir. Surp Hripsime Bakireler Kilisesi ve Manastırı Fotoğraf Türkiye-Ermenistan sınırını ayıran Arpaçay Nehri’nin oluşturduğu vadide yer alan Surp Hripsime Bakireler Kilisesi ve Manastırı, 13. yüzyılın mimari yapısı ve süslemelerinin karakteristik özelliğini taşımaktadır. Silindirik bir plana sahip olan kilisenin kubbesi çadır görünümündedir. Dış cephe duvarları üzerinde geometrik şekilli kabartma süslemeler mevcuttur. Selçuklu İzleri Kentin Selçuklular tarafından fethedilmesinden sonra Ani kültürü İslam ve Türk mimarisi yapıları ile daha da zenginleşmiştir. Ebu’l Menuçehr Bey tarafından yaptırılan Ebu’l Menuçehr Camisi, Anadolu’da inşa edilen ilk Türk camidir. Aynı zamanda günümüze sağlam bir şekilde ulaşan en eski Selçuklu eseridir. Ebu’l Menuçehr Camisi Fotoğraf İki katlı, dikdörtgen planlı ve üç nefli caminin Arpaçay vadisine bakan kısmının zemin katı toprağa gömülü olarak inşa edilmiştir. Bu kısımda bulunan dört oda medrese olarak kullanılmıştır. Medrese üzerindeki ilk kat, fil ayağı sütun kemerler ile birbirine bağlanarak geniş bir kubbe taşımaktadır. Kubbe tavanı zengin Selçuklu motifleri ile süslenmiştir. Düzgün kesme tüf taşından yapılmış olan caminin taş minaresi 99 basamaklıdır. Selçuklu Kervan Sarayı Fotoğraf Antik kentin merkezindeki ana caddede yer alan Selçuklu Kervan Sarayı, 12. yüzyıl başlarında yapılmıştır. Kervansarayın taç kapısında yer alan süslemeler tipik Selçuklu mimarisini yansıtmaktadır. Küçük Hamam Fotoğraf © Fahriye Bayram/ Selçuklu mimari tarzının başka bir örneği olan Küçük Hamam, dört eyvan, dört halvet, bir ılıklık ve külhan kısmı odalarından oluşmaktadır. Odaların kapı girişleri sivri kemerli olarak yapılmış; eyvanlar ise tonoz kemerlerle örtülmüştür.
Fen Bilimleri10 ay önce1 Cevap107 KezDünya dört sütun üzerinde kim söylemiştir sorusunun cevabı için bana yardımcı olur musunuz?3. Sınıf Bu soruya 1 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin. İşte Cevaplar Cevap Dünya dört sütun üzerinde durmaktadır diyen uygarlık Mısır dünyanın dört sütun üzerinde bulunduğunu ve dünyanın sınırlarının ötesinde büyük sonsuz akarsuların olduğunu düşünüyorlardı. Bu cevaba 0 yorum yazıldı. Soru Ara? den fazla soru içinde arama YazBilgilendirme 2022 yılı YKS, AÖF, AUZEF, ATA-AÖF, AÖL, LGS, AÖO, AÖIHL-MAÖL, YDS, TUS, MSÜ, ALES, KPSS, İSG, YKS, DGS, EUS, TYT, AYT, ADES, ADB, Amatör Denizcilik Eğitimi Sınav takvimleri belli
Katar İslami Çalışmalar Fakültesi’nin QFIS parçası olan bu caminin mimarisi inancın bir yansıması gibidir. Mimari, Gelenek Eğitim Şehri Camisi, tüm bilgilerin arandığı yer’ olarak betimlenen İslami Külliye’nin üzerine kurulduğu Katar İslami Çalışmalar Fakültesi’nin bir parçası olan Minaretein binasının içindedir. Bina, İslam’ın beş şartını temsil eden beş büyük sütun üzerinde durur. Binanın sarmal planı ve okulu camiye bağlayan çok sayıdaki yolu ile tüm bilginin nihai kaynağının inanç olduğu tezini dile getirir. Oraya nasıl ulaşılır? Ziyaretçiler EC Camisine otomobil veya toplu taşıma ile ulaşabilirler. En yakın metro istasyonu Katar Ulusal Kütüphanesi Iraklı mimar ve hattat Taha al-Hiti tarafından tasarlanan minareler, dikey olarak yukarı doğru uzanan ve izleyiciyi inanç ve anlam üzerinde düşüncelere sürükleyerek gözlerini gökyüzüne doğru çeken hat eserlerine sahiptir. Cami, İslam’ın beş şartı olan şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, oruç tutmak ve hacca gitmeyi temsil eden beş sütun üzerinde durmaktadır. Eğitim Şehri Camisi, İslam ile çağdaşlık arasındaki uyumun bir yorumu niteliğinde. Kim olursa olsun herkesi davet eden bir cami olmak üzere tasarlanmıştır. Kapalı alanda 1800 ve bahçede 500 kişinin ibadet edebileceği bu cami, aynı zamanda dört akan suya sahiptir. Etraftaki bahçelerden akan her bir su şarap, süt, bal ve suyu temsil eder. Bu komplekste Kutsal Kuran’da belirtilen bitkilerin yanı sıra Katar’ın yerel bitkilerinin de bulunduğu Kuran Botanik Bahçesi bulunur. İslam sanatını ve mimarisini yansıtmak üzere tasarlanan bu bahçe, dünyanın dört bir yanından gelen çeşitli bitkilerin uyumuna, yaşatılmasına ve korunmasına odaklanmıştır. Hamad Bin Khalifa Üniversitesi HBKU bünyesindeki Katar İslam Araştırmaları Fakültesi QFIS, Katar’ın üst düzey eğitim kurumlarından biridir. Denklik ve hiyerarşik olmayan bir öğrenme imkanı sunan eş öğrenim mekanlarına sahip olan bu fakülte, bilgi ve toplum odaklıdır. QFIS, 2017 yılında Eğitim Binaları, Kültürel Mimari ve Kurumsal Mimari alanında Amerikan Mimarlık Ödülünü kazandı. QFIS, 2016 yılında İngiliz Mimarlık Kraliyet Akademisi RIBA tarafından uluslararası ödüle layık görüldü. Katar İslam Araştırmaları Fakültesi, 2015 yılında Singapur’da düzenlenen Dünya Mimari Festivali’nde En İyi Dini Bina ödülünü kazandı. Zarif hat eserleriyle süslenmiş olan dört minare gökyüzüne doğru yükselir. Yakınlardaki turistik yerler Eğitim Şehri, uluslararası olarak tanınan bir kaç üniversitenin yanı sıra sanata, kültürel mirasa ve araştırma merkezlerine de ev sahipliği yapıyor. Ziyaretçiler bu müthiş mimari eserin içine girebilir ve Oxygen Parkın çevresinde dolaşabilir. Kitap kurtları Katar Ulusal Kütüphanesi’nde QNL kendilerini kaybederken, at severler ise Al Shaqab Binicilik Merkezi’ndeki bu yaşayan kültür mirasını görebilirler. Faydalı bilgiler Web sitesi Telefon Kaçırılmaması gereken etkinlikler İtfaiye İstasyonu Galerisini ziyaret edin Villagio Mall'da benzersiz bir alışveriş deneyiminin tadını çıkarın Kendinizi Katar’ın incisi Pearl’ün büyüsüne bırakın item1 item2 item3
Erdoğan Dört sütun üzerindeki Türkiye'de biri sallanırsa, bizi bu topraklarda bir gün dahi yaşatmazlarCUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, tek millet, tek bayrak, tek vatan ve tek devlet vurgusu yaparak, "4 sütun üzerinde yükselen bir Türkiye. Eğer bunlardan biri sallanırsa inanın bana bizi bu topraklarda bir gün dahi yaşatmazlar. 79 milyonla biz tek milletiz. Bizi ayıramayacaklar. Bizi bölemeyecekler. Bizi ayırmak, bölmek isteyenler bunun bedelini Temmuz'dan bu yana ödedikleri gibi, kazdıkları çukurlarda kendileri gömülecekler" Recep Tayyip Erdoğan, toplu açılış törenine katılmak üzere geldiği Malatya'da önce valilik, ardından da 2'nci Ordu Komutanlığı'nı ziyaret etti. Erdoğan'ı kent girişinde Yazıhan Atlı Çirit grubu sporcuları karşılarken, yol boyuncu vatandaşlar sevgi gösterilerinde bulundu. Özal Mahallesi yakınlarında Erdoğan, otobüsü durdurup kendisini karşılamaya gelen çocuklara oyuncak BİN KİŞİ KATILDICumhurbaşkanı Erdoğan, daha sonra Malatya Büyükşehir Belediyesi önündeki Kent Meydanı'nda düzenlenen toplu açılış törenine Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkçi, Çevre ve Şehirçilik Bakanı Fatmagül Demet Sarı, Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu ile birlikte VE DOLU YAĞDIYaklaşık 35 bin kişinin katıldığı toplu açılış töreninde halka seslenen Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşması sırasında önce yağmur, ardından da dolu yağması üzerine konuşmasını kısa tuttu. Erdoğan, konuşmasında Türkiye'nin 8'inci Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal'ı anarak, "İsmi adeta Malatya ile özdeşleşen Türkiye'nin demokrasi ve kalkınma mücadelesine çok büyük katkılar sağlamış Turgut Özal'ı da rahmetle yad ediyorum" dedi."ŞEHİTLERİMİZ VE GAZİLERİMİZ BUNUN EN BÜYÜK İSPATI"Terörle mücadele kapsamında Doğu ve Güneydoğu Bölgesi'nde yürütülen operasyonlarda şehit düşen Malatyalı 13 şehidin ismini tek tek sayan Erdoğan, terör şehitlerini anarak, "Malatya her dönemde olduğu gibi bu dönemde de ülkesine ve milletine sahip çıkma konusunda en önlerde yer alıyor. Geçtiğimiz temmuz ayından bu yana devam eden terör operasyonlarında Malatya'mız 13 şehit verdi. Malatya'nın yetiştirdiği bu 13 kahraman tıpkı ecdadlarının Malazgirt'te, Çanakkale'de İstanbul'un fethinde yaptığı gibi vatanlarına uğruna hayatlarını kaybettiler. Şehit oldular. Malatya'nın kahraman evlatları içinden geçtiğimiz bu zor günlerde de Şehitler Tepesi'ni boş bırakmadı. Rabbim bölgede görev yapan askerlerimizin, polislerimizin, korucularımızın tamamını muhafaza etsin. Malatya teröre karşı en net, en sert tepkiyi veren şehirlerimizin başında geliyor. Şehitlerimiz ve gazilerimiz bunun en büyük ispatıdır. Malatya, tarihine, kültürüne, medeniyetine saldıranlar karşısında ortaya koyduğu o vakur duruşla gerçekten de eşi bulunmaz bir şehir olduğunu gösterdi" dedi."TÜM DÜNYAYA MEYDAN OKURKEN ARKAMDA ÜLKEMİZİN OLDUĞUNU BİLİYORUM"Terörle mücadelede kararlılık mesajı veren Erdoğan, "Çukur siyasetiyle Türkiye'yi bölmeye, parçalamaya çalışanlara inat biz; kapılarımızı tüm dünyaya açıyoruz. Şunu unutmayın. İslam dünyası Türkiye'ye bakıyor. Türkiye de size bakıyor size. Gerektiğinde tüm dünyaya meydan okurken, arkamda ülkemizin tamamının özellikle de Malatyalı kardeşlerimin olduğunu biliyorum. ve yine biliyorum ki herkes sussa Malatyalı susmaz. Herkes ümidini kaybetse Malatyalı kaybetmez. Herkes teslim olsa Malatyalı teslim olmaz. Çünkü Malatyalı mücadele insanıdır" diye konuştu."BİRİ SALLANIRSA BİZİ BU TOPRAKLARDA BİR GÜN DAHİ YAŞATMAZLAR"Tek millet, tek bayrak, tek vatan ve tek devlet vurgusu yapan Erdoğan, "4 sütun üzerinde yükselen bir Türkiye. Eğer bunlardan biri sallanırsa inanın bana bizi bu topraklarda bir gün dahi yaşatmazlar. 79 milyonla biz tek milletiz. Bizi ayıramayacaklar. Bizi bölemeyecekler. Bizi ayırmak, bölmek isteyenler bunun bedelini Temmuz'dan bu yana ödedikleri gibi kazdıkları çukurlarda kendileri gömülecekler" dedi."BİNLERCE TERÖRİSTİ O ÇUKURLARA GÖMDÜK"Türkiye'yi bölmek isteyenlerin heveslerinin boşa çıkacağını dile getiren Erdoğan, "Tek bayrak, bayrağımıza eş bayrak yok. Şehitlerimiz var, ama bilesiniz ki şu anda binlerce de teröristi Allah'ın izniyle onları o çukurlara gömdük. 780 bin kilometrekareyle tek vatan. Bu vatan topraklarında operasyon yapılamaz. Boşuna heveslenmesinler. Bu vatan toprakları Türkiye Cumhuriyeti vatan topraklarıdır. Burada operasyon yok" dedi."AMERİKA'DA KENDİLERİNE 400 DÖNÜM YER VERMİŞLER"'Paralel yapı' iddialarına ilişkin açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nden başka bir devlet asla. Neymiş o? Paralel devlet. Boşuna heveslenmesinler. İşte Amerika'da kendilerine 400 dönüm yer vermişler. Herhalde onların devleti orası. Ne olacak? Biz diyoruz ki legal görünüm altında illegal çalışmaları yapan bu kişiyi ya deport edin veyahut bize gönderin. ve oradan ülkemin içini karıştırıyor. Gereği neyse biz de bunu yapıyoruz. Yapacağız. Bir kısmı kaçıp Amerika'ya, Avrupa'ya gidiyor. Bir kısmı da şu anda hapishanede yaşıyor. Tek devletimiz var. Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Başka bir şey asla" dedi."600 BİNE YAKIN İNSAN TERÖRİST ESED TARAFINDAN ÖLDÜRÜLDÜ" Suriye'de yaşananlara değinen Erdoğan, rejime destek verenlere de tepki göstererek, "Bu coğrafyayı kana ve ateşe boğanlar, kardeşi kardeşe kırdırıyorlar. Bakıyorsunuz öldüren 'Allahu ekber' diye öldürüyor. Ölen 'Allahu ekber' diye ölüyor. Maalesef böyle bir acı tabloyla karşı karşıyayız. Bölge insanının başına musallat edilen terör örgütlerinin tek zararı Müslümanlara olmuştur. Ama sorsanız İslam için savaşıyorlar. Batı ülkeleri bölgeye demokrasiyi getirmek istediklerini söylüyor. Sonra bakıyorsunuz demokratik yollarla iş başına gelenleri deviren darbecileri kırmızı halılarla karşılıyor, hürmette kusur etmiyorlar. Sahip oldukları enerji kaynakları sayesinde refah içinde yaşaması gereken ülkeler ve toplumların başı bir türlü müsibetten kurtulmuyor. Petrol paraları, bu ülkelerin kendi vatandaşı dışında herkesi zengin ediyor" dedi."DARBECİLERİ KIRMIZI HALILARLA KARŞILIYOR"Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye rejimini Beşar Esad üzerinden eleştirerek, "Suriye'de yakılan ateş ülkemiz de dahil olmak üzere bölgenin tamamını ve hatta dünyayı etkileyecek boyuta ulaştı. 600 bine yakın insan bugün Suriye'de katil Esed tarafından öldürüldü. Terörist Esed tarafından öldürüldü. Ona destek verenleri de tarih affetmeyecektir" diye ÇADIRINI AÇANLARIN ÇADIRLARINI KALDIRSINLARSığınmacılar konusunda batının tutumunu eleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, vize muafiyeti konusunda Türkiye'nin eksik kalan 5 şarttan yerine getirmesi gereken ve Avrupa Birliği'nin AB talep ettiği terör tanımına yönelik koşula ilişkin, "Vize konusunda Türkiye'ye terörle mücadele konusunda, Terörle Mücadele Yasası'nı değiştirin diyenler; önce Avrupa Parlamentosu'nun kapısında, yanında terörist çadırını açanların o çadırlarını kaldırsınlar" Erdoğan, Malatya Belediyesini ziyaretinin ardından sivil toplum örgütleriyle bir araya Haber Ajansı / Güncel Recep Tayyip Erdoğan Malatya Suriye Ordu Politika Güncel Haberler
Muharrem Kaya, Şamanist Türk Mitolojisinin Erzurum Efsaneleri’ndeki İzleri, Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk Sanatı ve Kültürü Üzerine Araştırmalar Nejat Diyarbekirli’ya Armağan, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2006, s. 563-572. Mitoloji, yaban toplumların insanı, nesneleri, doğayı, dünyayı, evreni anlamlandırma çabasıdır.[1] Bu anlamlandırma inanç, tören ve uygulama şeklinde ortaya çıkar. Yaban toplumlarda bu üçlü, birbirini bütünleyen bir yapı oluşturur. Mitlerin oluşumunda öncelikle, gerçeklik planında, yerdeki doğal olgulara kavram, işlev yüklenerek ve kişileştirilerek, hayalî planda, gökte tanrılara bağlı bir sistem içinde mit haline getirme şeklinde bir yolun izlendiği görülür[2]. Toplumun gelişmesi ve medeniyet seviyesinin yükselmesiyle bu yapı, yerini yavaş yavaş tek tanrılı dinlere, geleneklere ve bilimsel bilgiye bırakır. Türkiye’deki kültürel yapıya bakıldığında buna benzer bir durumla karşılaşırız Orta Asya’dan göçlerle getirilen kültür, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra kendi bünyesine Arap ve Fars kültürünü de katmış, Anadolu’daki otonom halkların kültürleriyle karşılaşmış, on dokuzuncu yüzyılda başlayan modernleşme çabalarıyla Batı Avrupa kültüründen etkilenmiş, böylelikle pek çok katmandan oluşan kültürel yapı oluşmuştur. Bu katmanları görebilmek, Türkiye’deki kültürel mirasın ne kadar zengin olduğunu görmeyi sağladığı gibi, kültürel konulardaki çalışmaları daha sağlıklı çözümlemeyi ve değerlendirmeyi de olanaklı kılar. Aksi halde bilgilerin birbirine karıştırıldığı hatalı, yanlış hatta bilerek çarpıtılmış sonuçlara gidilir. Mesela İslâmiyet’in temeli olan Kur’an, hadis ve tefsirlerin dışında tamamen halk İslâmı olarak görülebilecek folklorik inançlar, İslâmiyet’in kendisi gibi algılanabilmektedir. İdeolojik çarpıtmaya bir örnek de temeli mevsim dönüşümüne dayalı bir törensel kutlama olan Nevruz’un 1980 ve 1990’lı yıllarda PKK tarafından ideolojik amaçlar doğrultusunda yorumlanması, halkı isyana teşvik etmek için kullanılmasıdır. Türk dünyasına tarih ve coğrafya açısından bakıldığında Gök Tanrı inancından, Animizm, Totemizm, Budizm, Taoizm, Zerdüştlük, Maniheizm, Mazdeizm, Yahudilik, Hıristiyanlık, İslâmiyet’e kadar çok geniş bir inanç yelpazesi ile karşılaşırız. Bu yazıda, Şamanlığın sihir ve büyü sistemi olmasının yanında Gök Tanrı inanışını, yer/su iyelerini, Animizmi, Totemizmi de içeren geniş inanç ve mitolojiye dayanması, Orta Asya’da yaygınlığı, Anadolu halk kültürüne geniş etkisi sebebiyle Şamanistik Türk mitolojisi merkeze alınmıştır. Ayrıca, yazıda, bu mitolojinin temel özellikleri kısaca belirtildikten sonra bunların Erzurum efsanelerindeki izleri üzerinde durulacaktır. Efsane üzerinde durulmasının sebebi, efsanelerin mitlerden oluştuğu tezidir. Efsaneler sınıflandırılırken yaratılış efsaneleri, tarihî efsaneler, olağanüstü kişiler, varlıklar ve güçler üzerine efsaneler, dinî efsaneler diye dört gruba ayrılır[3]. Özellikle yaratılış efsaneleri grubunda mitolojik unsurlar daha çok yer alır. Erzurum efsaneleri üzerinde durulmasının sebebi ise Bilge Seyidoğlu’nun hazırladığı Erzurum Efsaneleri adlı kitapta bu efsanelerin Türk mitolojisiyle olan bağlantılarının incelenmemiş olması ve sadece efsane metinlerinin yayınlandığı otuz bir kitap, sekiz yayınlanmamış yüksek lisans, doktora tezi ve pek çok makalenin, yazının yayınlandığı[4] bu geniş alanın sınırlandırılmış olmasıdır. Bu sınırlandırma olmasa Türk mitolojisinin sadece efsanelerdeki izleriyle ilgili bir çalışma bir kitap boyutunu alabilecektir. Efsane ve mit arasındaki farklılıklar ve benzerlikler konusunda şu bilgileri de belirtmek gerekir. Mitler kutsaldır fakat efsanelerde bu etki sınırlıdır. İkisi de inançlara dayalıdır ve anlatanlar, dinleyenler anlatılanların gerçek olduklarına inanırlar. Mitlerde çok eski çağlarda geçen olaylar anlatılır, efsanelerde ise anlatı zamanı günümüze yakındır. Efsaneler günümüzde oluşabilir ama mit oluşamaz. Mitlerin mekânları bilinen yerler değildir, efsanelerde ise bilinen yerler üzerine pek çok şey anlatılabilir. Mitlerin şahıs kadrosu tanrı veya yarı tanrılardan, efsanelerin ise tarihî ve dinî şahsiyetlerin yanında sıradan insanlardan oluşur.[5] Bu yazıda, mitoloji ve efsane arasındaki etkiler, mitlerin temelde yer almasından dolayı mitolojinin bölümlerine göre ele alınmıştır. Kutsallığa dayalı olan mitolojik anlatıları şu dört ana gruba ayırabiliriz 1. Teogoni. 2. Kozmogoni. 3. Antropogoni. 4. Eskatoloji. 1. TEOGONİ Teogonik anlatılar, tanrıların doğuşları, birbirleriyle ilişkileri, insan hayatı ve doğayla ilgili işlevleri, üzerine kuruludur. Şamanistik Türk mitolojisine bakıldığında farklı Türk topluluklarının, birbirlerine göre farklı bir tanrılar, ruhlar sistemi oluşturdukları görülür. Bu sistem genelde gök, yer/su, atalar kültüyle bağlantılı olarak karşımıza çıkar ve gökte, yerde ve yer altında bulunmalarına göre şu adlarla belirtilirler Gök Tanrı, Güneş Tanrısı, Ay Tanrısı, Ülgen, Yayık, Suyla, Karlık, Utkucı, Yıldırım Tanrısı, savaş tanrıları, hastalık veren ruhlar, rüzgar ve yağmur ruhları; Yo Kan, Talay Kan, Umay, Ana Maygıl, Ak Ene, Albastı, ateş, ev ruhları; Erlik[6]. Bu konuyla ilgili bilgileri eski Türk yazıtlarında, Uygurca Oğuz Kağan destanında, Divanü Lugati’t-Türk’te, Orta Asya’ya giden Arap gezginlerin seyahatnâmelerinde, Alman, Rus, Fransız oryantalistlerin eserlerinde, Çin yıllıklarında, Orta Asya’da yapılmış derlemelerde bulabiliriz. Erzurum’da Pervizoğlu Camii’yle ilgili anlatılan efsanede, ihtiyar bir adamın öğrettiği şekilde yer altına giren Molla, oradan pek çok değerli eşya ve özellikle sahibine kırk genç kız, yabancılara ise kırk topuzlu Arap çıkartan kırk kollu şamdanı alıp yeryüzüne getirir[7]. Bu efsanede bulunan yer altındaki olağanüstü yer motifi büyük ölçüde Şamanların dinî âyinlerde ve halk hekimliğinde kullandıkları yer altına inme, oradaki ruhlarla bağlantı kurma töreniyle ilgilidir. Yerin altında bulunan Erlik, yardımcı ruhlarıyla birlikte insanlara kötülükler eder. Bu efsanedeki kırk kollu şamdandan çıkan kırk topuzlu Arap, yer altındaki kötü ruhları düşündürmektedir. Bu şamdan Molla’nın yararına kullanılır. Efsane, İslâmî bir motif olan Hızır’ın yardımcılık işlevini devreye sokmaktadır. Efsanelerde, destanlarda, masallarda karşımıza çıkan anlatının ana kahramanına yardım eden Hızır motifi, burada yer altına inen şamanın koruyucu ruhu gibi bir rol üstlenmiştir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki Türklerin İslâmiyet’i kabul etmesinden önce destanlarda karşımıza çıkan Gök Sakallı Koca motifi, İslâmiyet’in kabul edilmesinden sonra yerini Hızır’a bırakmıştır[8]. Erzurum’da bulunan Hazal Ziyareti ile ilgili efsanede, Hazal adlı kadının kardeşi ile savaşa katıldığı, kadının saç tellerinin takıldığı yerlerde ceviz ağaçlarının yeşerdiği, bir ara kaybettiği kardeşini ararken tepenin zirvesinde öldüğü, tepede elinde ışıkla ruhunun gezdiği anlatılır[9]. Bu efsanenin konumuzla ilgili olan tarafı ata kültüyle, ata ruhlarıyla bağlantılı olmasıdır. Türk mitolojisine göre, üstün gücü olan, yiğit, bilgili insanlar öldüğü zaman ruhları, kendi kavimlerinin bulunduğu yerden uzaklaşmaz, onları korumaya devam eder. Bunların ruhlarının makamı da dağ ve tepelerin zirvesi olarak kabul edilir; böylelikle ataların ruhlarına törenler düzenlenir, kurbanlar kesilir[10]. Bu efsanedeki Hazal da ata kültüyle bağlantılı olarak kutsal kabul edilen bir ruhtur, makamı tepedir ve orada elinde ışıkla dolaşır. Ayrıca İslâmiyet’in Türkler tarafından kabul edilmesinden önce Türklerde ata kültü varlığını sürdürürken bu inanışın, İslamiyet’in kabul edilmesinden sonra evliya kültüne dönüştüğünü de belirtmemiz gerekir[11]. Ahi Baba adlı efsanede ise ata kültü ve evliya kültünün, evi koruyan ev iyeleriyle evin sahibi, evin koruyucu ruhu[12] birleştiği görülür. Bu efsanede, evin içindeki bir açıklıkta Ahi Baba’nın kabrinin bulunduğu, evde gece kendiliğinden Kur’an sesi duyulduğu, ocağın kendi kendine yandığı, kendiliğinden evin çeşmesinden su aktığı anlatılır[13]. Evi koruyan ruh inancıyla bağlantılı olan Ahi Baba’nın ruhu, evin bereketini de sağlar. Evin Dedesi ve Tekin Olmayan Ev adlı efsanelerde de yine evi koruyan ruhla ilgili anlatılar yer alır. Evin Dedesi’nde evin yatak ve yorganlarının toplandığı yüklükte perşembe akşamları ses geldiği, Evin Dedesi’nin abdest alması için evin sakinlerinin ibrikle su koyduğu, ertesi sabah kalktıklarında da suyun bitmiş, evdeki seccadenin yere yerilmiş olduğunu, evdekilerin bu şahsi hiç göremedikleri anlatılır[14]. Bu ev ruhunun abdest almasıyla ilgili unsura Tekin Olmayan Ev efsanesinde de rastlarız. Bu efsanede ahşap bir evden iniltiler geldiği, bu evde insanların leğen ve ibrik koyduktan sonra yattıkları, sabah da suyun bittiği, Kur’an okunurken de kapıları kapalı evde bir kedinin dolaştığı anlatılır[15]. Evi koruyan bu ruhlar insanlara zarar vermez, insanlar da onlara saygı duyarlar. İkinci efsanede bu ruhun kedi şekline girdiği de söylenebilir. Külhani Baba efsanesinde de bir tek mum ile hamamı ısıtan bir evliya anlatılır. Bu şahsın sırrı ortaya çıktığında dünyasını değiştirir, o günden sonra da o şahsın ruhuna, külhanda gece gündüz mum yakılır[16]. Burada da yine belirli mekânları koruyan, oranın sahibi ruhlarla, cinlerle ilgili teogonik inançların, evliya kültüyle bağlantılı olarak efsaneleştirildiğini görürüz. Al Karısı adını taşıyan on iki efsanede, loğusa kadınların ciğerlerini yemek, kız çocuklarını da boğmak isteyen, kuru soğana yaklaşmayan, Allah’ın adı anılınca kaybolan, iğne batırılarak yakalandığında eve bereket getiren, ev işlerini gören, Al Ruhu anlatılmıştır[17]. Al, Albastı, Albız, Almız, Albış, Abası, Al Karısı adlarıyla bilinen bu kötü ruhun, loğusa kadınlara ve çocuklara musallat olduğuna inanılır. Bu ruhla ilgili inançlar ve anlatılar, Orta Asya’da ve Anadolu’da çok yaygındır.[18] Peri Kızı adlı efsanede de su perilerinden birisinin elbiselerini saklayarak onunla evlenen Murat adlı bir insan anlatılır. Bu evlilikten bir de çocuk sahibi olan Murat’ın durumundan şüphelenerek, ahırdaki ineği kesmesini isteyen köylülere, ahırda saklanan peri kızının bütün bunlara direnmesi gerektiği şeklindeki öğütlerini tutamaz. Peri kızı ve çocuk kuş olup uçar giderler.[19] Türk mitolojisinde su hayat kaynağı olduğu için kutsaldır. Bu kutsallık göze, ırmak, göl, deniz için de geçerlidir. Bu yerlerin de koruyucu ruhları olduğuna inanılır[20]. Bu ruhlarla insanların evlenmesi dünya mitolojisinde de görülür[21]. Dede Korkut Kitabı’ndaki Tepegöz de bu şekilde dünyaya gelmiştir, fakat o yer altı ruhlarından birisidir, kötüdür, Oğuzların başına bela olur. Tepegöz hikâyesine benzeyen bir efsane Yedi Başlı Ejder adıyla anlatılır. Bu efsanede bir köylü kızına âşık olan Yedi Başlı Ejder, kız verilmeyince köylülere kötülükler yapmaya başlar. Yedi yaşındaki bir çocuk, Yedi Başlı Ejder’in kaldığı mağaraya gizlice girer. Çocuk kızgın demiri canavarın gözüne sokarak kör eder, köylüler de etkisiz hale gelen ejderi öldürür.[22] Yunan mitolojisindeki Kiklop da, Dede Korkut Kitabı’ndaki Tepegöz de, bu efsanedeki Yedi Başlı Ejder de gözleri kör edilerek etkisiz hale getirilir veya öldürülür. Yedi Başlı Ejder’in yer altındaki ruhlarla bağlantılı olması, mağarada yaşamasıyla da kuvvetlendirilmiştir. Bilindiği üzere mağaralar, yer altı ile yer üstünün birleştiği yerlerdir, tekin değillerdir. Aladağlı Dev adlı efsanede, yer altındaki kötü ruhlara karşı savaşan insanın yanında yer alan, gökyüzündeki aydınlık ve iyi unsurlardan biri olan ay görülür. Aladağ’ın yakınındaki bir mağarada yaşayan sarışın bir dev, insanları yok etmeye başlar. Köylüler de namı çatıl yürekli yiğit olan gence yalvarır o da bu devle savaşmak için savaş duasını okur, gökyüzündeki aya, yardım etmesi için bir türkü söyler. Ay , bu yalvarmayı karşılıksız bırakmız, gökyüzünden kopup çatal yüreklinin başına konar, birlikte devin mağarasına giderler. Dev, karşısında ayın parlak ışığını görünce aydınlıklar adına yemin eder, çatal yürekliden af diler. Dost olan çatal yürekli ile dev sırrolurlar[23]. Sarışın dev, dağın yakınındaki bir mağarada yaşar. Hem mağara yer altı ile ilgilidir hem de sarı renk hastalık ve ölüm simgesidir. Böylelikle insanlara felaket getirmesinin sebebi belirtilmiş olur. Yer altındaki kötü ruhlara karşı güç ise gökyüzündeki ışıklı iyi ruhlardır. Bu efsanede de bunu ay olarak görürüz. Türk mitolojisinde ay, Ulu Tanrı’nın yarattığı kutsal bir varlıktır; sadece Mani ve Buda dinlerinin etkisine giren Uygur Türklerinde Ay Tanrısından bahsedilir[24]. Cin adını taşıyan efsanelerden birinci ve beşincisinde ev iyeleriyle bağlantı kurulabilecek unsurlara rastlarız. Cin adlı efsanelerden birincisinde samanlıkta görülen gözleri açık mavi, beyaz elbiseli bir cinden bahsedilir. Samanlığın da tekin olmadığına, eşikte besmele çekilmesi gerektiğine inanılır.[25] Beş numaralı Cin efsanesinde de kedi sesi ile gelen, ayakları ters takılmış insan şeklindeki cinlerin ayete’l-kürsî okununca insanlara dokunmadığına ve evin eşiğinde yaşadığına inanıldığı üzerinde durulur.[26] Cin, İslam dinince de kabul edilir, fakat bu efsanelerde anlatılan unsurlar, Türk mitolojisinde görülen evi koruyan ruhlarla bağlantılıdır. Bu ruhlarla ilgili inanışlara, Doğu Anadolu bölgesinde rastlanır, bu ruhun makamı evin eşiği olduğu için buraya basılmaz[27]. Ziyaretli Ziyareti ile ilgili efsanede de yine su ruhlarıyla ilgili unsurlarla karşılaşıyoruz. Davut Baba’nın önce rüşasında sonra da uyanıkken gördüğü tilkinin gittiği yol üzerinde ark açılır; kurban kesilince de bu arktan su gelmeye başlar; Davut Baba’nın çayırı da bu suya kurban kesilmesi için vakfedilir[28]. Burada suyla ilgili kültün oluşum süreci açıklanmıştır. Aslında suyun ruhunu memnun etmek için kurban kesilmektedir. Bu efsanedeki tilki unsuru da dikkat çekicidir. Yer altındaki kötü ruhların başı olan Erlik, bir Altay destanında İrle Han adı ile yer alır ve yine onun kötü ruhlarından birisi olan kızı da yeryüzüne siyah tilki olarak çıkar, yiğitlerin kendini takip etmesini sağlayarak yer altına çeker, onları felakete götürür[29]. Ele aldığımız efsanede tilki yine yol gösterici bir işlev üstlenmiştir ama eski mitolojik inanç bağını yitirmiş olan Anadolu halkı, onun yer altına bağlı kötülük getirmesini unutmuş gibidir. Aygır Gölü ve dört numaralı Ejderha adlı efsanelerde su iyeleriyle bağlantılı unsurlar bulunur. Aygır Gölü’nde su aygırlara çevreden geçen atları göle sokup öldürürler. Bir insan hileyle bir su aygırını yakalar, insanların hizmetine sokar. Fakat bu su aygırı, geri dönünce diğer su aygırları insanlara hizmet eden bu aygırını öldürürler.[30] Su kökenli atlar Türk mitolojisine has bir unsurdur. Pek çok destanda ve halk hikâyesinde de yer alır.[31] Ayrıca sudan çıkan atların insanlara zarar verdiğine inanılır.[32] Ejderha başlıklı efsanelerden dördüncüsünde de suyun başını tutmuş bir ejderhanın insanları yuttuğu, bir dervişin duası ile bu ejderhanın taş kesildiği anlatılır[33]. Suyun başını tutan kötü ejderha, Sultan Sekisi dağına dumanlar içinde inmiştir. Bu yüzden bu ejderhanın yer altından değil, gökten gelip insanlara musallat olduğunu görürüz. Meymansır’daki Mağara efsanesinde de kutlu mağara motifini buluruz. Bereketli hayvanlara sahip olmak isteyen köylüler hayvanlarını bu mağaraya götürüp içerideki ziyarette dua ederler.[34] Mağara, Altay yaratılış mitlerinde ana rahmi görevi görmüştür[35]. Bu sebeple ata mağarasına gidip oraya saygı duyulduğunu göstermek için dua etmek, bu efsanede, bereketi sağlamak için dua etmeye dönüşmüştür. 2. KOZMOGONİ Kozmogonik anlatılarda, evrenin, dünyanın, yeryüzü şekillerinin, tabiat unsurlarının oluşma sebebi, insanlarla olan bağlantısı üzerinde durulur. Pek çok nesnenin var oluşunun kökeniyle ilgili açıklamalar yapılır. Türk mitolojisinde evren, dünya tasarımlarıyla ilgili malzemeler bolca bulunur. Bu yüzden bu tip anlatılar adeta Türk mitolojisinin tamamı gibi görülmektedir. Kozmogonik anlatılarda gök, göğün direği, güneş, ay, yıldızlar, burçlar, dünyanın şekli, yer altı, yıldırım, rüzgar, su, ırmak, göl, deniz, dağ, ağaç, ateş önemli bir yer tutmaktadır[36]. Erzurum’da derlenen Kırklar adlı efsanede Türk mitolojisinin dünya tasarımını buluruz. Kırklar, kuş kılığına girip caminin müezzinini kendi ülkelerine götürürler. Cennet gibi bir yerde bir eve kapattıkları müezzini sınamak isteyen kırklar, onun başka bir odaya gitmesini yasaklarlar. Fakat müezzin yasağa uymaz, bir odaya girer ve orada dünyanın bir kalbur içinde öküzün boynuzlarında durduğunu görür.[37] Türk mitolojisine göre kubbe şeklindeki gök ve tabak şeklindeki dünya dört tane gök renkli öküzün boynuzları üzerinde durmaktadır. Hint mitolojisinde bu dört öküzün yerini dört fil, Çin mitolojisinde ise dört sütun alır.[38] Kırklar efsanesinde ise dünyanın bir öküzün boynuzları üzerinde durmasından bahsedilmiştir.[39] 3. ANTROPOGONİ Antropogonik anlatılarda, insanın yaratılışı, yaratılış sebebi, görevleri, insanlar arasındaki farklılığın sebepleri yer alır. Bu tip sorular ve cevaplar zaten insanın var olma sebebini açıklayıcı konulardır. Bu yüzden her dinde, her inanç grubunda, gerek kutsallaştırılarak gerekse felsefî bir sav şeklinde bu konular işlenir. Taşlaşan Köy adlı efsanede suyun başını tutan bir canavar, oraya yaklaşan köylüleri ve hayvanları korkutur kaçırır. Köyün kadınları su kenarındayken yine su canavarı çıkar, kadınlar Tanrı’ya bu canavarı yık ederse kurban keseceklerini söyleyerek yakarırlar. Tanrı, canavarı taşa çevirir fakat kadınlar kurban kesmek yerine bit öldürürler. Sadece bir kadın kurban keser. Tanrı bu saygısızlığı, kurban kesen bu kadın dışında hepsini taşa çevirerek cezalandırır.[40] Bu efsanede yer altı ruhlarıyla bağlantılı kötü bir su ruhu olan su canavarı motifi yer almakla birlikte, efsanede başat olan unsur insanların Tanrı’ya karşı görevlerini yerine getirme zorunluluklarıdır. Tanrı insanları korur fakat kendisine adanmış kurbanın kesilmesini de bekler. Bu insanların görevidir. Görev yerine getirilmeyince ceza kaçınılmaz olur. Altay yaratılış mitinde, Tanrı’nın elçisi Şal-Yime insanlara, Tanrı için yapılması gereken görevleri öğretir; Tanrı’ya verilen sözler mutlaka yerine getirilmelidir[41]. İki numaralı Ejderha efsanesinde de ejderhayı taşa çeviren Allah’a kurban kesmeyince çoban ve sürüsü de taşa çevrilir[42]. Kümbet Köyü efsanesinde Çoban Ahmet’in gelecekten haber vermesi ve kuşlar gibi uçarak sırtında insan taşımasına dayalı kerameti anlatılır. Çoban Ahmet, ibadetini açıkça yapmayan birisidir, zorla camiye götürülmeye çalışılınca mağarasına kapanıp kaybolur. Hac’da hastalanan Hacı Ahmet’i sırtına alıp, uçarak köyüne getirir, onun öleceği günü de söyler. Hacı Ahmet de vadesinin dolduğunu görünce bu adama borcunu ödemek için bir kümbet yaptırır.[43] İnsanlarla tanrılar ve kutsal ruhlar arasındaki bağlantıyı büyük ölçüde şamanlar sağlar. Şamanların en önemli özelliklerinden biri de gaybtan ve gelecekten haber vermeleridir. Gaybtan ve gelecekten haber vererek hastaları iyileştirmek şaman geleneğinde çok güçlüdür. Bunun geçici olarak bedeninden ayrılıp gizli âlemlere gidip bilgiler almak ve göğe yükselerek Tanrı’nın yanına veya kutsal ruhlara ulaşıp gelecekteki bilgileri öğrenmek şeklinde gerçekleştirir. Kur’an-ı Kerim, hadisler ve menakıbnâmelerde de geçen bu inanışı, şaman geleneğine bağlamak bu efsanelerin bağlandığı kökleri aydınlatmak açısından daha önemli gözükmektedir.[44] Şamanlar göğe yükselirken kuş şekline girmiş olan yardımcı ruhların üzerine binerler. Bu efsanede de Çoban Ahmet’in kendisi kutsal bir ruh gibi uçabilmektedir. 4. ESKATOLOJİ Eskatolojik anlatılarda kıyametin niçin ve nasıl çıkacağı işlenir. Ahiret düşüncesiyle ilgili unsurlara yer verilir. Bu konuyla ilgili Erzurum Efsaneleri’nde herhangi bir unsura rastlanmamıştır. Mitolojik anlatılar, yaban toplumların dünyasını aydınlattığı için bize halk düşüncesinin ve kültürünün temelleriyle ilgili çok önemli malzemeler verirler. Erzurum’da derlenmiş olan efsanelerle ilgili yapılan bu çalışmada da Türk mitolojisiyle ilgili yer yer aynen yer yer de tek tanrılı bir din olan İslamiyet’in örtüsü içinde değişerek varlığını sürdüren inanışların izlerini buluruz. Halk edebiyatının başka türlerinde de bu tür çalışmaları yaparak halk mantığının, düşüncesinin analizini daha iyi yapabiliriz. [1] Türkiye’de, mitoloji denildiğinde hep Yunan mitolojisi akla gelmiştir. Bunun bir sebebi mitolojinin tek tanrılı dinlerin dışında hatta karşısında yer alması, bundan dolayı İslâmî düşüncenin hakim olduğu Osmanlı’nın kültürel ortamında ele alınmamış, sadece Yunan mitolojisiyle ilgili yayınlarla bu alanın sınırlandırılmış olmasıdır. İkinci sebebi ise şudur Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra modernleşmeye bağlı olarak Batı Avrupa kültürünün temellerinden ikisi olan Yunan ve Latin kültürünü tamamen almak Türk Hümanizması hareketinde en uç noktasına ulaşır, Oryantalist zihniyetin etkisiyle Batı karşısında kendini küçük görme, dolayısıyla Türk mitolojisini de yok sayma tavrı da gelişir. Hatta Yaşar Kemal gibi Anadolu kültürünü, ozan, âşık ve dengbej geleneğini gayet iyi bilen, bu kültürü çağdaş edebî yöntemlerle eserlerinde kullanmış bir yazarımız bile kendisini, başta Azra Erhat olmak üzere, Homerosoğlu diye niteleyenlerin bu etiketini çok sevmiş olmalı ki sürekli olarak, özellikle Homeros’u, İlyada ve Odise’yi kendi kültür kökeninde göstermektedir. [2] Philippe Derchain, “Tanrılar”, çeviren Mehmet Emin Özcan, Mitolojiler Sözlüğü, Cilt II, yöneten Yves Bonnefoy, Türkçe baskıyı yayına hazırlayan Levent Yılmaz, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2000, s. 1046. [3] Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, Gerçek Yayınevi, 4. baskı, İstanbul, 1982, s. 100. [4] Sadece Türkiye’deki yayınlarla ilgili bilgi için bakınız Metin Ergun, Türk Dünyası Efsanelerinde Değişme Motifi, 1. Cilt, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara, 1997, s. 54-66. [5] Saim Sakaoğlu, Anadolu-Türk Efsanelerinde Taş Kesilme Motifi ve Bu Efsanelerin Tip Kataloğu, Ankara, 1980, s. 21; Bilge Seyidoğlu, Erzurum Efsaneleri, Erzurum Kitaplığı, 2. baskı, İstanbul, 1997, s. 13-17. [6] Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1986, s. 26-41; Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2002, s. 16-61. [7] Seyidoğlu, s. 40-43. [8] Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojsi II, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1995, s. 89-100. [9] Seyidoğlu, s. 51-53. [10] Dağ ve tepe kültünün menakıbnamelerdeki izleri için bakınız Ahmet Yaşar Ocak, Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s. 114-122. [11] Ahmet Yaşar Ocak, Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkabeleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1984, s. 7-19. [12] Evi koruyan bu ruhlarla ilgili inançlar için bakınız Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara, 1995, s. 59-61. [13] Seyidoğlu, s. 76-77. [14] Seyidoğlu, s. 167-168. [15] Seyidoğlu, s. 169-170. [16] Seyidoğlu, s. 101-102. [17] Seyidoğlu, s. 133-146. [18] Abdülkadir İnan, “Al Ruhu Hakkında”, Makaleler ve İncelemeler 1, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1987, s. 259-267. [19] Seyidoğlu, s. 146-148. [20] Ögel, s. 315-422; İnan, Şamanizm, s. 48-65; İnan, Makaleler ve İncelemeler 1, s. 491-495; Jean-Paul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, çev. Aykut Kazancıgil, İşaret Yayınları, 2. baskı, İstanbul, 1998, s. 110-113; Turgut Akpınar, “Eski ve Bugünkü Türkler’de Su-Kültü ve Bununla İlişkili Âdetler”, Türkler’in Din ve Hukuk Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999, s. 59-81; Çoruhlu, s. 38-39. [21] Mircea Eliade, İmgeler, Simgeler, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Gece Yayınevi, Ankara, 1992, s. 181-192. [22] Seyidoğlu, s. 207-208. [23] Seyidoğlu, s. 190-191. [24] Ögel, s. 202. [25] Seyidoğlu, s. 210-211. [26] Seyidoğlu, s. 212-214. [27] Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara, 1995, s. 58-61. [28] Seyidoğlu, s. 60-62. [29] Ögel, s. 263. [30] Seyidoğlu, s. 228-229. [31] Şükrü Elçin, “Atların Doğuşları ile İlgili Efsaneler”, Halk Edebiyatı Araştırmaları II, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, Ankara, 1988, s. 414-416. [32] Seyidoğlu, s. 229. [33] Seyidoğlu, s. 256. [34] Seyidoğlu, s. 246-247. [35] Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi I, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1993, s. 21-22. [36] Emel Esin, Türk Kozmolojisine Giriş, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2001, 198 s.; Ögel, s. 145-532; Roux, s. 81-123; Çoruhlu, s. 89-120. [37] Seyidoğlu, s. 194-196. [38] Ögel, Türk Mitolojisi II, s. 248-250. [39] Âşık Ruhsatî’nin bir şiirinde de aynı düşüncenin izlerini görürüz “Yer altında sarı öküz / Yüz on dört bin yaşındadır / Mevlâ’m anı hoş yaratmış / Bütün dünya başındadır” Doğan Kaya, Sivas’ta Âşıklık Geleneği ve Âşık Ruhsatî, Cumhuriyet Üniversitesi Yayını, Sivas, 1994, s. 470. Dünyanın balığın üzerinde durmasının izine de Anadolu tekke şiirinde Azmî’nin bir şiirinde rastlarız “Kazanlarda katranların kaynarmış / Yer altında balıkların oynarmış / On bu dünya kadar ejderhan varmış / Şerbet mi satarsın yılancı mısın” Saadettin Nüzhet Ergun, Halk Edebiyatı Antolojisi, Devlet Basımevi, İstanbul, 1938, s. 230. Türk mitolojisinde dünyanın sadece öküzün boynuzunda değil balığın üzerinde durduğuyla ilgili düşünceler de vardır Ögel, s. 534.. Ayrıca bu şiirde görülen ejderha motifi de Çin mitolojisinde dünyanın üzerinde durduğu temel olarak geçer. Ejderha unsuru da Türk mitolojisinde ve halk inançlarında dünyanın üzerinde durduğu yılan şeklinde yer alır. [40] Seyidoğlu, s. 204-205. [41] Ögel, Türk Mitolojisi I, s. 462-465. [42] Seyidoğlu, s. 254-255. [43] Seyidoğlu, s. 198-200. [44] Ahmet Yaşar Ocak, Alevi Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s. 150-153. Görsel August Schenck Okuduğunuz için teşekkürler Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.
dünya dört sütun üzerinde durmaktadır