🦥 Kuyudan Su Çekmekte Kullanılan Kaldıraç Benzeri Düzenek

Yüneğirmek için kullanılan araç Kestirmek: İneğin düşük yapması Kılavlamak: Kılağılamak, bilemek, keskinletmek Kıbal: Görünüm, kıyafet Kösre: Ters “V” şeklinde ağaç düzenek üzerine yerleştirilen yaklaşık 60 cm çapında ve ortasına geçirilen demir kolla çevrilen, kesici aletleri bilemek için kullanılan Açıkİhale İlanlari , TümAçık İhale ilanlari , Açık İhale Kamu İhaleleri ,Açık İhale ilanlari,Açık İhale ilani Kuyudankovayı çekmek için kullanılan düzenek; Küçük taş ve minerallerin birikmesiyle oluşan kaya; Kızartma yapmaya yarayan elektrikli kap; Karayoluna dökülen çakıllı yer sakızı; Halinden memnun, bir şikayeti olmayan; Gözün ışık alıcılarından oluşan kısmı; Ekinleri kemiren kahverengi, kanatlı bir böcek Fizik felsefesi, modern fiziğin temelinde yatan felsefi soruların, madde ve enerjinin etkileşimini inceleyen felsefe dalıdır. Başlıca soruları, uzam, zaman ve parçacıklar ile ilgilidir. Ayrıca evrenbilim, kuantum mekaniği, istatistiksel mekanik, etki ve tepki, determinizm, ve fizik kanunlarının doğası da ilgi alanıdır. MERSİN ANAMUR KÜKÜR KÖYÜ terimi tarafından 12.10.2009 tarihinde eklendi. Tahir oktar 27.01.2021 - 20:11. Kükürde yaşamak eskiden fakirliğin,çaresizliğin kendisi idi.şimdi mutluluğun kendisidir.kükürde yaşamak hayatın kendisidir.Başarlı olmak için kükürde yaşamak gerekir. Neden,çünkü kükürde yaşamak, çıraklık Read Transformatör merkezleri by Egit Yunus Bilgin on Issuu and browse thousands of other publications on our platform. Start here! güvlek1. kuyudan su çekmek için kullanılan kova ,2. tahtadan yapılmış kova güyo : damat H habire-hebire: devamlı,sürekli haçan : her zaman ,devamlı hak:1.tahıl ölçmeye yarayan kap,2.düğünlerde gelin almaya gitme hakçı: düğün alayı,gelin almaya gidenler halbüsem: halbuki halıkmak: gelişmek ,büyümek 3kL8I. Tüm yeni ziyaretçilerimize hoş geldiniz, işte CodyCross oyununun cevapları ve çözümleri burada. Kesinlikle, burada bu sayfada CodyCross sorularını çözmek için ihtiyacınız olan her şeyi bulacaksınız. Bu oyun, Android, IOS vb. Gibi farklı cihazlarda çok popüler ... İnternette doğru cevapları bulmak o kadar kolay değil! güler , ancak artık bu sorunları yaşamayacaksınız. Şu anda CodyCross oyunu için yapabileceğimiz tüm çözümleri ve cevapları bir araya getiriyoruz. Soru Çıkrık 'in yanıtı için aşağıya bakın, Seviyeyi geçmenize ve tüm yıldızları almanıza yardımcı olacağız ... şimdi her zamankinden daha kolay. Codycross Cevaplar Sayfasını favorilerinize ekleyin ve ihtiyaç duyduğunuzda gelin ve ziyaret edin, her an burada olacağız ve yorumunuzu aşağıya bırakacağız! Download Free PDFDownload Free PDFErgün VERENThis PaperA short summary of this paper37 Full PDFs related to this paper Türkçe - İngilizce Fransızca - İngilizce İspanyolca - İngilizce Almanca - İngilizce Geçmiş "kömür veya madeni kuyudan yukarı çekmekte kullanılan konteyner" teriminin İngilizce Türkçe Sözlükte anlamları 2 sonuç Kategori Türkçe İngilizce Mining 1 Maden kömür veya madeni kuyudan yukarı çekmekte kullanılan konteyner tub i. 2 Maden kömür veya madeni kuyudan yukarı çekmekte kullanılan konteyner skip i. Pronunciation of kömür veya madeni kuyudan yukarı çekmekte kullanılan konteyner Terim Seçenekleri Su Çıkarılması İbn Haldun’un 1332-1406 hikaye ettiği İran’da kuyu açma yöntemleri[1] az çok bugün Anadolu’da uygulananlara uymaktadır. Yeraltı suyunun varlığı, civarda daha önce açılmış kuyulardan anlaşıldığı gibi bazı sanaat erbabı bir söğüt dalı marifetiyle bu membaları keşfederler. Dinlediklerimize göre “sucu”, bir ucundan tuttuğu bir söğüt dalı ile su yatağının üzerine vardığında dal kâh yukarı fırlar, kâh ihtizaz eder, bazen de başını aşağı eğermiş. “Kuyucu” adı verilen bir ihtisas sınıfı, derinlerde kazma sallayabilip arazinin metanetine göre açtığı çukurun yanlarını kazı sırasında kalaslarla iksa eder. Kuyular genellikle yuvarlak olarak açılır ve kalaslar, toprağı yukarı çeken kovanın hareketine engel olmayacak şekilde karşıdan karşıya atılan desteklerle tespit edilir şek. 1A. Toprağın çürük olması halinde bu destekler çoğalıp sonunda kovanın hareketine iyice mani olacaklarından “usta kuyucu”lar çukuru dörtgen şeklinde açarlar Kuru taş duvar daima yuvarlak örülür. Duvar örüldükçe palplanşlar çekilir. Suyu bulan kuyucu genişçe bir “göz” açabilmek için sızmaya başlayan suyu boşaltıp daha derine inmeye gayret eder. Bu su tıpkı kazılan toprak gibi kova ile yukarı çekilir Fot. 2. Bir kova toprak yukarı çekilip kova indirilene kadar aşağıda bir kova dolusu su birikirse kuyu derinliğinin tamam olduğuna hükmedilir ve taş duvar örülmeye başlanır. Su tabakasının derinliği ve duvar örmeye vakit bırakmayacak kadar suyun hızlı yükseleceği evvelden biliniyorsa bu derinliğe 40-50 cm kala duvar örülür ve sonra dibe kazıklar çakmak suretiyle “göz” açılır. İbn Haldun bu sonuncu yöntemi tarif ediyor ve arazinin durumu itibariyle “göz”den suyun yükseklere fışkırmasını tasvir ediyor ki bugün Batılı tarihçiler bunu, yanlış olarak, “artezyen kuyu açma” usulü olarak tefsir ediyorlar.[2] Dört köşe açılmış kuyularda duvarın arkası yine toprakla doldurulur. Nispeten sığ olan büyük çaplı bostan kuyuları, kuru duvarı teşkil eden taşlar kemer gibi çalışamayacağından, harçlı olarak örülür, ancak, sızıntı suları da toplayabilmek için arada boşluklar bırakılır. Dipteki toprağın süzülmesi için de 20-30 cm yüksekliğinde bir tabaka yıkanmış çakıl atılır. Ermenek yöresinde kuyunun adı gallam olup bazı yerlerde de, taş duvar temelinin altına çam veya karaağaçtan bir çerçeve konur; buna da kelperen denir Gm. Az kazmakla su bulunmuşsa meydana gelen kuyuya çok yerde eşme, Trakya bölgesinde de hotulcuk adı verilir. Civarda eski bir şehir harabesinin bulunması halinde ki bu hal az çok her zaman mevcuttur, buradan çıkarılan münasip bir delikli taş kuyunun bileziğini – ağızlık taşını teşkil eder Fot. 10, sağda. Boş yere mi “bey almaz, paşa almaz, delikli taş yerde kalmaz” demişler? Aksi halde bu çember ya bir büyük taşı oymak hareze-Gaz veya harçlı örgü çıkmak aşındut taşı — Isp suretiyle çeşitli şekillerde yapılır. Ahşap bileziklere de ormanlık bölgelerde rastlanır Fot. 6. Zonguldak yöresinde bu bilezik futta adını taşır ki φυεία-φυν “dikme, nebat-bitki” manalarındadırlar. Yine Trakya’da ve Eskişehir ile Bilecik yörelerinde bataklık yerden çıkan iyi içme suyunun kaybolmaması ve içine kötü suların karışmaması için iyi su kaynağı üzerine ağaçtan bir kovan oturtulur hotul. Yukarıdaki hareze Arapçadan gelmekte olup Mütercim Asım Efendi’nin Türkçeye çevirdiği XIV-XV. yy. bilginlerinden Mecdüddin Firuzâhadî’nin Arapça “Kamus”unda “El-hiraze Ar. bir taş kale gibi metin ve mahfuz olmak manasınadır” ve “El-hareze Ar.… ve borucuğa denir ipliğe benzer. Ve Fezaze kabilesi yurdunda bir su adıdır” denmektedir.[3] Böylece meydana gelen kuyulardan su, bilhassa Anadolu’nun Batı yarısında seren-dabırcak-tapındırık tesmiye edilen ve bir çift dikme Fot. 3 veya ucu çatallı tek bir dikme Fot. 4 ile bunların ucunda bulunan bir yatay mihver etrafında raks eden bir ok’tan ibaret bir tertiple çekilir. Ok’un bir ucunda çoğu zaman ağaçtan oyma olan kova carcur-Ml; göveleç-Ks; gövelek-Isp; keşkil-Bil; küflek-Sm; susak- Nğ, Ks, Ml, Mn asılı olup mukabil tarafında genellikle bir yassı taşın teşkil ettiği bir ağırlık kontrpua vardır. Bu kontrpua, dolu kovanın ağırlığım alacak mikyastadır. Dikme, kuyunun derinliği nispetinde uzun olur ve yine o nispette kuyu mihverinden uzakta bulunur. Bu uzaklık da ok’un boyunu tayin eder. Carcur kelimesinin kökenini araştırmaya değer; Amasya civarında Carcurum adlı bir de yer vardır. Kova madenî olursa çok değişik mahallerde bedire – bedre – bedro Doğu illeri, helke – helkek – herke Anadolu’nun Batı yarısı ve çok sayıda varyant adlarıyla anılıyor. Helke, yerine göre de Sv, Gr ağaç su kabını ifade ediyor χαλxάxι küçük bakır kap, χαλxίο da bakır kap, bakır kazandır.[4] Kovayı kuyuya indirmek için, kontrpua ile kova ağırlıklarının farkı, yani kovayı dolduran suyun ağırlığı kadar bir kuvvetin sarfı gerekir. Dolu kovayı yukarı çekmek için ise sistemin sürtünme mukavemetlerini yenmek yeterlidir. Ancak, her iki yönde de, kovanın askı ip veya zincirini, bunlar ok ucunun çizdiği daire kavsi üzerinde hareket ettiklerinden, kuyunun mihverinde tutabilmek için daimî bir yatay kuvvet sarfına da gerek olup su çekme işlemi oldukça yorucu bir cehti icap ettirmektedir. Sistemin sinematiği rasyonel görünmemektedir. Hareketler dönel deveranî değil, düz’dür müstakim Günlük yaşantının bu mübrem gereksiniminin böyle “yanlış” bir sistemle karşılanmasına devam edilmesinin nedenlerinin birinde Helenistik ve Roma devirlerinin damgası mevcuttur daha gerilerini ilerde göreceğiz bu devirlerin insanları sularını νxήλον-ὤειον, tolleno tesmiye ettikleri ve tarifi bizim seren-tapındırık-dabırcak’ınkine tamamen uyan bir aletle çekmişler, şu farkla ki çok yüksek dikmelerin yerini, üst başında içinden ok’un geçtiği bir deliği haiz dörtgen kesitli kâgir bir sütun alırmış. Aynı alet, kara ve deniz harekâtında, belirli miktarda askeri düşman kale bedeni seviyesine yükseltmekte de kullanılırmış.[5] Ok’un ucunda situla su kovası asılı imiş.[6] Bugün Anadolu’nun az çok her yerinde sitil, çoğun bakırdan yapılan ve içerisine su, süt, yoğurt gibi nesneler konulan kova biçiminde, kulplu büyük kap’ı belirler. A. Tietze ise bu kelimeyi Arapça “kulplu testi” demek olan satl veya Suriye Arapçasında “kalaylı bakır veya teneke kova”yı ifade eden şatel’e bağlayıp “bakır ibrik, kova” karşılığı satıl Mr, Gaz, satır Mr sözcüklerini zikrediyor. Keza kelimeye Azerî Türkçesinde de satil şeklinde rastladığımız gibi Farsça satl’a bağlanan ve “bakır berber ibriği” demek olan setil İst de var. Yine bu Farsça satl’dan Ermenice sidl ve Kürtçe sitil su taşımak için kova, kazan çıkıyor.[7] Sitio ise Latince “susamak” manasınadır. Kimin kimden ne aldığını dilciler çözsün. Kayseri’de kuyu kovasına aşırma adı veriliyor ki bunun aslında, başlar üzerinden aşan seren’li kuyu kovası olması lâzım gelir. Kaşgarlı “kova”nın Oğuzca olduğunu bildiriyor. Aynı kelime “Türklerin kullandıkları gemde atların burnuna doğru dikilen kayış” olarak da gösteriliyor[8] “urukluğ kova” = ipli kova, urganlı kova.[9] Kova-koga, Çağatay Türkçesinde “kovga-kopka” oluyor.[10] Latince cupa-cuppa da büyük ağaç kap, fıçı, kupa; Sanskritçede kumb’a da testi, kova demek oluyor.[11] Halen sile Ant, siğle-siyle Ant kova karşılığında kullanılmakta olup kelime, aynı manaya gelen ίxλο’den muharref olmalıdır. Dabırcaklı kuyu Nğ sistemini Romalılardan da geriye, İranlılara kadar götürebiliyoruz. Herodotus, Susa’dan elli mil kadar mesafede bitüm, tuz ve petrol veren bir kuyudan bu maddelerin “bir mihver etrafında yatay olarak dengelenmiş bir sırıkla” çekildiğini, kova yerine ucunda şarap tulumunun bulunduğunu yazıyor.[12] Yine mezkûr devirlerin çok evvelinden beri aynı sistem şaduf namı altında Mısır’da kullanılagelmiştir.[13] Keza İspanya’nın eski sakinleri de bu aleti, “leylek” manasına gelen ciconia adıyla bilmişlerdir. Biz bu seren’in aynını Danimarka’da gördük, bir kasabanın etnografya müzesinde Fot. 5. Zamanında bu alet Roma lejyonlarıyla birlikte hayli göç etmiş olmalı. Mamafih A. Leroi-Gourhan bu aygıtın Atlantik’ten Japonya’ya kadar uzanan sahada yaygın olduğunu yazıyor.[14] Bu hesaba göre Anadolu’nun Asyalı öğeleri buna aşina olarak bu topraklara gelmiş olmalı. Hindistan’da, çok eski devirlerden beri bilinen bu aygıt, X şeklinde tertiplenmiş bambudan iki dikme üzerinde denge halinde yatay olarak duran bir üçüncü bambudan oluşurdu. Ancak burada kontrpua vazifesini yatay bambunun ucunda asılı duran bir insan görürdü burada ileri veya geri giderek öbür uçtaki ipe bağlı tulumu daldırır veya yukarı çekerdi. Kuyu başında duran bir başka adam da su dolu tulumu alırdı.[15] üçüncü binin yarısından evvelki tarihlerden itibaren Yakın-Doğu shiknu adını verdiği bu “makine”leri tesis etmeye başlamış. Kral Hammurabi, Larsa valisi Sin-idinnam’a yazdığı bir mektupta “Larsa ve Ur kentlerini beslemek için yeterli su gelmesi halinde bu kentleri tağdiye eden kanalların çıkışına “makine” shiknu tesis etme!…” emrini verir.[16] Seren kelimesini Kamus Türkî bir bahriye tabiri olarak “umumiyetle üstüvaniül-şekl uzun ve kalın çam kerestesi. Üzerine murabba yelkenler küşat olunmak üzere direklere vasatından ta’lik… olunan ağaçlar” diye tarif ediyor. Fasçada “ser”, çeşitli manalarının yanı sıra, çatı direğini de ifade ediyor. Latince “seria” ise toprak kap, fıçı, testi, küp karşılığında kullanılıyor. Antik devirlerin aynı insanları girgillus’u, yani çıkrığı da kullanırlardı Fot. 4 sol ve 6. Dönel hareket esasına dayanan bu aletin imali ayrıca, diğerine nazaran, hayli az keresteyi gerektiriyor. Buna rağmen seren’in çok daha yaygın olduğunu görüyoruz. Tarımsal toplumlarda geleneğin gücünü çeşitli vesilelerle göstereceğiz. Yani Romalıların da Mısır ve Mezopotamya’dan taşıdıkları sanılan bir sistem bu topraklarda alışılagelmiş, dolayısıyla “kolay gelen” bir şekil alıyor. Bununla beraber sistemin devamının sadece bu enfüsî subjectif nedene dayandırılamayacağı aşikârdır. Birçok alette göreceğimiz gibi seren’in imali çok az uzman işçiliği gerektirir. Çıkrık ise bir dülgerlik işi olup bazı özel takımların kullanılmasını da elzem kılar. Şu halde meselenin bir yönü tamamen ekonomik oluyor uzman işçiliğin tediyesi meselesi. Hâlbuki bir çatallı ağacı kesip dikmek, çatalına kızgın demirle, yaka yaka, delik açmak için kasaba dülgerine başvurmaya lüzum kalmıyor. Çıkrığın tamburu ya bir dolu kütükten fot. 2 ve 4 veya karşılıklı iki yuvarlak flanş üzerine çivilenmiş ve bazen de çemberle takviye edilmiş fot. 6 yassı, kalınca latalardan teşekkül eder. Bu sonuncusunda, meydana gelen poligonal şekil keserle yontularak yuvarlatılır. Geçmeler daima dörtgen şeklinde olup “kama” prensibine rastlanmaz.[17] Muylu kısmının içinde döndüğü “yatak”lar fot. 2 ve 4’de görüldüğü gibi, bir üçgenden ibarettir. Bazen üçgenin üst tahtasına bile gerek görülmez fot. 2, sistem kendi ağırlığı ile çatallar üstünde durur. Bazen tambur, bilhassa büyükçe çaplı olanlar, sincap kafesi şeklinde imal edilir. Fot. 7’de bunun bir dik şeklini görüyoruz. Bu tertip, ya çok derin kuyularda veya kovanın çok büyük olması halinde merkebin yardımına başvurulduğunda meydana getiriliyor. Burada merkebin her an daire kavsine teğet yöndeki yürüyüşü, hareketi bir nevi düz müstakim kılıyor. Ancak, fotoğrafta hem kovanın küçük olduğu, hem de ipin fazla uzun olmadığı görülüyor. Şu halde, lüzumsuz hareket tahvilleri ve kereste sarfı ile “usta”, ibraz-ı marifet etmek istemiş olmalı. Cıgır, cıgırcık, Çağatay Türkçesinde “küçük kuyu dolabı, çıkrık, bostan dolabının çarhı; çıgırmak, çarh gibi dönmek, deveran etmek” oluyor. Batı, yani Anadolu Türkçesinde de çıkırmak “dolap, çarh, kuyudan su çıkarmak” olarak kullanılıyor.[18] Buna ek olarak Sanskrit dilinde cakra çömlekçi tornası-çarkı demek olup Ermenice aynı manaya gelen dzağarag da cehre, yani iplik çıkrığının kökünü teşkil ediyor.[19] Çığrı, esas itibariyle “dönen şey”i, ezcümle değirmen çarkı, makara, gök kubbe ifade eder. Kaşgarlı’nın tariflerine bakalım çıgrı = çekrek, felek, çark, “kök çıgrısı = felek”; değirmen, çark, dolap gibi şeylerin çıkrığı ve her türlü makara. “Çagrı alıp arkun münüp arkar yeter awlar keyik taygan ıdhıp tilkü tutar” = doğanı alıp küheylâna binerek dağ keçisine erişir; geyik avlar, tazıyı salıverip tilkiyi yakalar”[20] Urfa yöresinde, üzerinde muhtelif yuvalar bulunan uzun ahşap avara makaralar, o çevrenin su çekme aracını teşkil ederler. Ucunda kovanın asılı bulunduğu ip bu yuvalardan geçer fot. 8 ve 9. İpin diğer ucunda, bir veya iki kişi tarafından tutulan bir sopa bağlı olup dolu kovayı kuyudan çıkarmak için bunlar kuyu derinliği kadar makaraya dikey yönde yürürler. Kova yukarı gelince kuyunun başında bekleyen bir başka şahıs onu alıp kenara kor. Burada da hareket düzdür. Bu makara da dolu kütükten çekilir. Bunun tamamen eşini Romalıların aynı maksatla orbiculus namı altında kullandıklarını görüyoruz.[21] XVI. yy. başında Babür Hindistan’ında kuyudan su çekme yollarından biri aynen bunun eşi olup boyunduruklu öküzler ileriye yürüyerek bir ahşap makara üstünden geçen ipi çekmek suretiyle deri kovayı çaras yukarı alıyorlar. Bir diğer usul de arhıt veya rahat adı ile biliniyor ki[22] Maraş yöresinde arhıt, “kaldıraç”ı ifade ediyor. Bundan başka ağırlık kullanma esasına dayanan denkli de var Hindistan’da. Arhat’a İngilizce “Persian wheel” denmektedir ki bu da nehir dolabını tarif eder. Şekil 3 III. binin ilk yarısına ait Sümer piktogramları görülmektedir[23] ki eş merkezli çift daire muhtemelen “kuyu”yu ifade etmektedir. Dış daire kuyunun çemberi, iç daire de su tabakası olmalı. Bunun solunda bir “bahçe” bir su sathının kenarında ağaçlar, sağında da kamıştan bir nevi kulübe dikkati çeker. Bu insanlar kuyudan su çekmek için üstünden kovanın ipinin geçtiği makaraya, fot. 8 ve 9’daki makaraya, başvururlardı. Belki de yukarıdaki “kuyu” piktogramı kuyu çemberini değil de bu makaralardan birini temsil ediyordu. Gerçekten başka yerlerde bu aynı piktogram, herhalde tekeri temsil ederek, arabayı ifadede kullanılmıştır. Bundan başka, bir kerede çok daha fazla suyu çıkarabilmek için gerçek bucurgatlar kullandıklarını da görüyoruz.[24] Bugün “mihveri etrafında boşta dönen” manasına kullanılan avara sözcüğü aslında İtalyancadan alınmış bir denizcilik tabirinden galattır a varo, “denize at!”. “Makara” ise aynı manaya gelen Arapça “bakara”dan bozmadır.[25] Halen Gaziantep’te kuyu makarasına bekere-bahara denmektedir. A. Tietze bunu “bakra” veya Suriye Arapçasında “bakara”ya bağlayıp buna Isp’da bakara; Dz’de makıra; İz’de megere; Kn’da, iplik makarası karşılığı bekere; Nğ ve Gaz’de eğirme çark makarası karşılığı bekere; Ky’de dokuma tezgâhı masurası olarak makara dendiğini ve mümasili anlamlarda da kullanıldığını kaydediyor.[26] Çıkrığın sair yerlerdeki adları da doma Kn[27], göleçen’dirAnt. Yalak curun — Ist, Dy, Gaz, Mr, Ml, Ur, Hat, Kn, Nğ, Ada; petek — Or; postaf — Ant; havut — Ank, Kn, To; ağır — Uş, İz, Ba olarak da yine çoğu kez eski bir şehir kalıntısından alınan bir oyuk taş kullanılır fot. 10. Bu yalak, tapındırık’ın en yüksek halinde kovanın geldiği yerde ok ucunun izdüşümünde bulunur. Bir anlamı “taş veya tahtadan yapılmış oluk, kurna” olan curun, Arapça “taş yalak, taş kurna veya tekne” karşılığında olan curn’dan müştaktır.[28] Yine aynı manaya gelen haf Ky, haft Ky, Çkl, Ist, Ama, havt Ky, Yz, Krş, Kn, Çr, havut Ank, Kn, To dahi Arapça hauz havuzdan gelmektedir.[29] Bunların hepsi, yani curn ve hauz müştakları, aynı zamanda içinde üzüm çiğnenen taş oluğu, bunun şıra akıtma deliğini de ifade ederler. “Çeşme”lere mar — Mn[30] su pörek Sv, Ky, pörenk Ky, pöhrenk Nğ, Ist, Ezm, Çr, Or, Gr, Ky, To, Mr, Ur, Ada, poyra Sn, İz, Çkr, Ks, pövrenk Sm, pöyre Ky, pöyrek Çkr, Ank, poyrenk Nğ, “purhank”larla Ezc, yani künklerle gelir. Bunlar genellikle pişmiş kildendir. Bazı yerlerde de Ks, Ama poyra, “çeşme, suyun aktığı yer” karşılığında kullanılır Πϱο ve Latince porus “geçit, yol, ciltteki mesame” manasında olup “boru”nun da bunlardan geldiği iddia ediliyor.[31] Bu kelimelere DLT’te rastlamıyoruz. Buna karşılık Uygurca ve Doğu Türkçesi’nde muri, baca, su oluğu, bina çatı deresi manalarına gelmekte olup Räsänen, boru’nun bundan geldiğini söylüyor.[32] Alaca Höyük kazıları, şehircilik örgütlenmesinin çok ileri bir seviyede olduğunu ortaya koymuştur çeşitli kanalizasyon sistemi, büyük yapılarda blokaj döşeme, meyilli istinat duvarları yanı sıra toprak pörek’lere rastlıyoruz. Bunlarla evlere içme suyu tevzi ediliyordu. Bu borular kesik koni şeklinde olup, birinin dar ağzı ötekinin geniş ağzına geçmek suretiyle döşenirdi ve yukarı bakan taraflarında birer delik bulunurdu. Bu delik bir taş veya tuğla ile tıkanırdı. Bu delik, herhangi nedenle boru tıkandığında basınçla hattın patlamasını önlediği gibi buradan da hattın içine girip yumak tilki teşkil edecek bitki kökleri temizlenirdi.[33] Bu su, ya bir pınar veya “kaynak”tan havut — İz, bulak — her taraf, zahaf – zahov — Gaz alınır veya akarsuyun önüne set-bent çekilerek yükseltilir ve oradan taksim edilir. İçme suyu olarak çeşmelere geleni işbu künklerle taşınır; bahçe ve bostanlara ise açık arklardan akar. Suyun arklara ayrıldığı yere, yani bent başına anavalı-anavallı Nğ, anavul Ba, anool Ama denir ki άναβαίν “çıkmak, yükselmek” anlamınadır. İzmir’den Kars’a “kaynak-çeşme” olarak bilinen bulak, Uygur menşeli menba, kaynak[34] bir sözcük olup Hakkâri il merkezinde Hükümet’in bulunduğu mahallenin adı Bulak Mahallesi’dir. Buna bilhassa, mezkûr mahallin Kürt unsuru ile meskûn olması ve kelimenin DLT’de bulunmaması itibariyle işaret ettik. Buna karşılık kelime Uygurcadan Hakanî Türkçesine geçmiş Kutadgu Bilig’de “aka tınmaz artar bulaklar ara = ne kadar söylense bile, sözü kim tüketir, o pınarlar arasından durmadan akar, gider” 6626 cümlesi geçiyor. Camalu’l-din ibnu’l-Muhanna’nın “Hilyatu’-insan wa halbatu’l- lisan” adlı Arapça-Türkçe Türkistan Türkçesi sözlüğünde “hawaliyu’l- ayn”, yani bir pınarın çevresi, yulak kelimesiyle tercüme edilmiş Kilisli Rıfat nüshasında olup bunun esas nüshada bulak olması muhtemeldir. Eğer yulak sözcüğü doğrusu ise bunun yalak çeşme yalağı ile yakınlığını akla getiriyor. Bulak’ı Harizm, Koman, Kıpçak havuz Türkçelerinde de buluyoruz.[35] Räsänen bula’nın “akmak” demek olduğunu yazıyor.[36] Kaldı ki Kaşgarlı yulak için “küçük küçük su pınarları” diyor. “Akturur közüm yulak Tuş kılur ördek yugak” “Gözümün yaşını akıtır; ördek, sukuşu orada kavuşur” Gözüm öyle yaş akıtır ki ondan göller peyda olur, ona ördek ve su kuşları iner.[37] Antalya’da muhar, çeşme, pınar karşılığındadır. Arapça muhura, zeminin sulanması, mehare de suyun tasfiyesi anlamlarınadır. Kaldı ki “çeşme”nin kendisi dahi Farsça olup gerek bu dilde, gerekse Arapçada çeşme, o dillerdeki “göz”den müştaktır Farsçada “çeşm”den “çeşme”, Arapçada her ikisi için de “ayn”. Bunar-punar-pınar, Batı Anadolu Türkçesine ait olup kelimenin aslı Oğuzca Mınğar = su gözü’dür.[38] “Mınğar çokradı = pınar kaynadı pınarın suyu, tencerenin kaynadığı gibi kaynadı”.[39] XIV. bunun bınar-bunar’a dönüşmüş bulunduğunu görüyoruz 1398’de şair Mehmet’in kaleme aldığı “Işkname” adlı mesnevide “Var idi deyrimiz şarın içinde Çemen içinde bunarun içinde”; Müteakip da, devrin bilginlerinden Abdülcebbar oğlu Ahmet’in konusu ahlâk olan “Tuhfetü’l-Letaif” adlı eserinde “İhlâs bınarın anun gönlünde akıdam, ayruk riya yöresine yörenmeye”; Germiyan’lı Ahmet Dâi, “Çengname”sinde “Sular odsuz bınardan kaynar oldu Balıklar su yüzünde oynar oldu”; Gelibolu’lu Yazıcıoğlu Mehmet Efendi’nin tasavvufî “Muhammediyye” sinde “Şarabın ola yerde çeşmelerden Bunar ırmağ u enhar eşmelerden”; ve Bursalı Ahmet Paşa divanında da “Çün çeşme vü bmar periler durağıdır Çeşmimden ey nigâr peri-vâr kaçma gel”[40] gibi örnekler bulunuyor. Bu vesile ile de yukarda sözü geçen eşme’ye de rastlamış olduk. Çeşmelerin sihrine başka yerde değineceğiz. Ancak şimdiden bunun mecazî manasına bir örnek verelim İran’da yaşayan Karakoyunlu Türkler bir yabancı ile karşılaştıklarında “hangi çeşmeden içtin?” diye sorarlar, yabancıdan “ser çeşmesinden” cevabını alırlarsa bunun Karakoyunlu olduğuna hükmederlermiş; böyle cevap vermeyenlere de “Bayat” derlermiş.[41] Böğemek, boğ vurmak, boğetmek, büğemek, büvemek, büvetmek ve bunların çok sayıda değişik şekli, “suyun önüne bent yapıp toplanmasını sağlamak, göl haline getirmek” ve ayrıca “öfkeli birini yatıştırmak”, karşılığında kullanılmaktadır. Keza böğelemek, Amasya ve çevresinde “engel olmak” demektir. Mezkûr sözcüklerin ve varyantlarının kısa şekilleri de böet, böventi, buvet, bünek, büvet vs. “suyun önüne çekilen set, ırmağın en derin yeri, kuyu, suyun toplandığı yer, çit” manalarına gelmektedir. Ancak, Anadolu’nun Batı yarısında çok yaygın olan bu lûgatçenin Doğu’da en uzak Elâzığ’a kadar vardığını görüyoruz. Kaşgarlı’da XI. yy. bügmek kelimesi “durdurmak, hareketine mani olmak; kapanmak, sed çekilmek, toplanmak; bükülmek” anlamlarında geçmektedir “Tagığ ukrukın egmes. Tenğizni kaygıkın bügmes”, yani “dağ kementle eğilmez, deniz kayıkla büğenmez kapanmaz, önü gerilmez” savı, “büyük bir iş, küçük bir sebeple geri kalmaz” yerinde kullanılır.[42] Keza “ol suwuğ bükdi = o, suyu durdurdu, önüne yaptığı germeçle, büğet ile suyu topladı; Beg süsin bükdi = Bey askerini topladı. Her zaman çoklukta, askerin suya benzetilmiş olduğunu bilesin suw aktı = su aktı; sü aktı = asker aktı”.[43] “Böge”yi daha VIII. Uygurcada buluyoruz.[44] Böylece Asya kökenli olduğunu gördüğümüz bu sözcüklerin, geliş yolu üzerinde, Doğu illerimizde iz bırakmamış olması dikkati çekiyor. Bir kayıt noksanı olabilir mi? Pişmiş kilden pörek’in Bulgar kültüründe, dolayısıyla Asya’da da büyük yer tuttuğunu görüyoruz.[45] Bunları suyolcu, çeken Ama, kanavetçi Brs döşer ve bakımlarını yapar. Kanavati, Suriye Arapçasında Helan havuzlarından Halep’e su getiren kanalın bakımına memur kişiyi ifade etmektedir.[46] Bursa da, çeşitli menşeliler arasında Arap kervan yollarının Bizans ülkesi içinde uç varış noktası, kara limanı idi. Mal alışverişi arasında sözcüklerin de değiş tokuşu doğal olurdu. Yine Arapçada “su yolu, isale hattı” karşılığında kullanılan maslak, İzmir’de “su terazisi, denge bacası”, Muğla’da “birçok kuyudan beslenen toplama havuzu”nu ifade ediyor. Biraz değişik şekillerinden mazlak Brd, “hamamların sıcak su deposu”; musluk Isp, “kırlarda hayır sahiplerinin yaptırdıkları su mahzenleri” ve aynı kelime Konya’da da “kışın suyu taşan alçak kuyu” demek oluyor.[47] Burada, Arap kökenli bir sözcüğün mutlaka Suriye-Irak sınır illerinde kullanılmasının gerekmediği görülüyor. Arap istilâsı onu daha ilerlere götürüp orada bırakmış olabiliyor. Zeminin kayalık olup da kuyu açma imkânının bulunmaması halinde yağmur ve kar sularını kırlarda biriktirme yoluna gidilir. Bu sular ayvat, puhaz Ky, suluk Ks, Gz tabir olunan sarnıçlarda toplanır fot. 11. Genellikle yolcunun veya dağdaki sürünün ihtiyacı göz önüne alınarak hayrat olarak, bir hattı içtima üzerinde veya birkaçının birleştiği noktada yaptırılan bu sarnıçlara su, sol yanda okla gösterilmiş görülen delikten dolar. Rastladığımız her yerde bunları kubbeli olarak gördük. Kapıdan birkaç basamak merdivenle içine inilir ve kova daldırmak suretiyle su alınır. Kapının yanında bulunan kütükten oyma yalakta da hayvanlar sulanır. Bir mimarî standartlaşmaya gidilmiş olduğu anlaşılıyor. Hatıralarında H. von Moltke bu sarnıçlardan söz eder 1838.[48] Eski Finikelilerin içme sularını bu ayvat’larda depo ettikleri bilinir.[49] Bilhassa, sahilde bir komptuar olan Arvad kentinde İskenderun ile Trablusşam arasında denizden fışkıran bir memba suyunun sahildeki sarnıçlara kanalize edilişi hakkında Strabon mufassal bilgi vermektedir.[50] Arvad kentinin önemi 1100’lerde Anadolu’nun Kuzey’ini istilâ edip Karadeniz’e varan, Batı’da da Suriye’yi fethedip Akdeniz’e çıkan Asur kralı Teglathphalasar’ın “Ben, …, dünyanın dört köşesinin kralı, … Biblos, Sidon ve Arvad’dan haraç aldım” sözleriyle teyit ediliyor.[51] Bu arada, ayvat ile Arvad arasındaki isim yakınlığı da dikkati çekmekten geri kalmıyor. Uygurların da Turfan bölgesinde Doğu Türkistan tarla sulama işlerinde buna benzer yeraltı sarnıçlarına çok kıymet verdikleri mukayyettir.[52] De Planhol, bu konulardaki izlenimlerini şöyle kâğıda döküyor “Antalya ovasında kalker düzlükler akarsudan tamamen yoksun gibidir. Su gereksinimi, beyaz kubbeleri doğa görüntüsünün belirli çizgilerinden birini teşkil eden sarnıçlarca karşılanır… Yukarı Pisidia diyarında görülmeye başlayan serenli büyük kuyular, içinde çoğaldıkları Phrygya bozkırlarının habercisidirler”[53] Anadolu’nun her tarafında Helenistik ve Roma devirlerine ait, üstü kapalı veya açık ve çok değişik boyutlarda sarnıca rastlanır. Bunlara su, tabii hattı içtimalardan geldiği gibi aködüklerden de akar. Halen evlerde sarnıç fikri çok yaygındır. Damlardaki çörten’ler[54] yağmur sularını çoğu kez bu sarnıçlara akıtır. Bunlar genellikle avlu veya mutfakların altında inşa edilirler. Serin olmaları hasebiyle asırlarca buzdolabı vazifesini de görmüşlerdir buralara, kuyulara olduğu gibi, yiyecek sarkıtılır. DLT’de “sarnıç”, “deve derisinden yapılmış su tulumu, ağaçtan oyulmuş kap” olarak geçiyor. Anlaşıldığına göre Anadolu Türkçesi, sadece, kuruluşunda istiane ettiği Fars ve Arapça kelime ve manaları tahrif etmekle kalmayıp kendi öz dilinin sözcüklerini de, zamanla, yeni şartlara uydurarak lûgatçesine geçirmiş. Hazır tarihin içindeyken bir yer adının, su ile ilgili olarak, kökenini anlatalım “Phrygya’nın son şehri olan Konya’da, bol ve billûr sularından dolayı suyu, toprağı mukaddes sayan bir dinin yerleşmesine ve tanrı Dionyssos’un, Sibel-Kibele’nin perileri olan Silen’lerin adlarını şehrin Batı’sındaki bir yere, Silliye’ye, vermesine sebep olmuştur”.[55] Çeşmeler genellikle bir su haznesini haizdirler. Daha çok Güneydoğu illerimizde kümelenmiş, çeşmenin sair adlarından kaspal Dy, kastal Dy, Çr, Ada, Sn, Mr, kastar Dy, Kastel Gaz, Ur, Ank, gastel Gaz, Suriye Arapçasında, “cephesi bir livan veya geniş bir hücre şeklinde olan kâgir umumi şehir çeşmesi” demek olan kastal kastar varyantı ile birlikte ile denk düşmektedir.[56] Ancak, Latince castellum’un “tahkimat, hisar, bir aködükün haznesi, su köşkü” manasında olduğunu da belirtelim. Fransızca “chateau” köşk, kasr işbu castellum’dan iştikak etmiştir. Keza İngilizce “castle”, muhkem bina, kasr, tahkimat karşılığında kullanılmakta olup bunun da kökleri şöyle sıralanıyor Orta İngilizce castle, castel; Anglo – Sakson castel köy; Eski Fransızca Castel.[57] Almancası da Kastell’dir. Anlaşılan Arslan Yürekli Richard’la bir sözcük alışverişi de dönmüş. Bahsi kaparken yine Anadolu’nun Batı yarısında daha çok yaygın ve çeşitli su yollarını, havuzları, sarnıçları kapsayan bir sözcük manzumesinden söz edelim augın Nğ, üstü kapalı su yolu; avgan-avgos-avgun-avkın Af, Uş, Isp, Dz, Ay, Ist, üstü açık sarnıç, pınar; avgant-avgaz ve varyantları, üstü kapalı ve açık su yolu, ark, bahçe duvarlarında açılan su deliği Sm, Kn, Ant, İç, İz, To, Çkr, Mr, Mş, Sv, Yz, Ank, Ky, Nş, Nğ, Ada, Ed, Gm, Ks, Sn. Çeşme zıvanasına masura dendiği gibi bu kelime eskiden bir akarsu birimi olarak da kullanılırdı. Su sayacının bulunmadığı yerlerde ve devirlerde evlere verilen suyun bedeli idarelerce, o eve bağlanmış olan şube borusunun çapma “masurasına” göre maktuan tahsil edilirdi. Kelime, boru, iplik makarası demek olan μαοῠϱι geçmedir. Räsänen[58] bunun Arapça mâsûra’dan geçtiğini, su hacmi olarak da bir masura’nın 1/4 lüle’ye eşit olduğunu yazıyor. Lüle’yi biraz sonra ele alacağız. Ziraî maksatla bol su, yine Anadolu’nun eski sakinlerinin başvurdukları yöntemlerle elde edilir. Nehir sularının terfiini temin eden ve bu suyun kinetik enerjisi ile dönen çarklar rota aquaria, Amasyalı Stabon’un hayatındaki doğ. 63 şeklini aynen muhafaza etmiştir Aynı tiplere her yerde rastlanır. Başlıca Batı dillerinde noria tesmiye edilen bu çarkın Doğu’da ve Endülüs’te çok kullanılmış olmasına, Arapça na’ora’dan müştak olması ayrıca delâlet eder. İbn Batuta Niğde’de Karasu ve Amasya’da Yeşil ırmak üzerindeki na’ora’lardan bahseder.[59] Bu noria adı sonradan bostan kuyularından su çıkaran dolap’lara da teşmil edilmiştir. Nehir çarkları, iki büyük çember arasına tespit edilmiş ve çarkın dönmesini temin eden radyal düz paletleri pinae haiz olup bu çemberlerden kara tarafında bulunanın frons çevresine kepçeler haustra dizilmiştir. Bu kepçeler ahşap kutular modioli veya pişmiş topraktan “kavanozlar”dan rotarum cadi müteşekkildir.[60] Roma dolaplarının bu tarifi bugünkülere tamamen uymaktadır. Ancak, topraktan kepçeye biz rastlamadık. Çin’de de çok kullanılan bu aletin aksamı o memlekette bambudandır. Ahşap kazık, dal ve çalıdan oluşan bir bend nehir suyunu çarkın altında biraz yükseltir. Altta bulunan kepçe yukarı çıkarken dolar ve üste vardığında içeriğini bir ahşap oluğa boşaltır ve böylece de su arazinin istenilen noktasına belirli bir meyille ulaştırılır. Suyun nihaî olarak varması gereken mahallin uzaklığı nispetinde çarkın çapı büyük veya bendin irtifaı fazla olur. Burada bir hesap vardır kepçelerin hacmi ve adedi öyle seçilecektir ki çarkı döndüren nehir suyunun enerjisi suyu oluğa terfi etmeye ve delkleri yenmeye yeterli olsun. Dolapçı ustası bunu ampirik olarak bilir, daha doğrusu doğduğu mahallin akar suyunun gerektirdiği verileri bellemiştir. Çarkın çapı ne kadar büyük olursa oluğun memba tarafı o kadar yüksek, dolayısıyla suyu o kadar uzağa iletme olanağı olur. Oluk yine ahşap kazıklar üzerinde durur. Bazen bu nehir dolaplarının enerjisi su terfii yerine doğrudan doğruya değirmen döndürmekte kullanılır. Dolabın şaftı, kıyıya inşa edilmiş değirmen binasının içine uzanır. Konuya “Tarım Teknikleri” bahsinde döneceğiz. Geniş bostan kuyularından su yine bunlara benzer dolaplarla çıkarılır. Aradaki fark, burada muharrik kuvvetin hayvan kuvveti olması ve kepçelerin de, dolabın çevresi yerine bu çevreye asılı ve kuyunun içine dalan bir nihayetsiz zincire bağlı bulunmasındadır Fot. 13 ve 14, bu dolaplardan iki örnek verir. Altta ortada kavisli okla gösterilen yerden çark okuna bağlanan hayvan dönerek yatay A dişli çarkını, o da dikey B çarkını döndürür. Bu sonuncusunun şaftı üzerinde, kuyunun ortasına isabet eden yerde bulunan çember üzerindeki zincire bağlı kepçeler ve bunların içeriklerini boşalttıkları oluk görülüyor de, başı dönmemesi için gözleri bağlı hayvanla birlikte daha değişik ve demirin hâkim olduğu bir tahvil sistemi görülür. Eski Mezopotamyalıların noria’yı bilmiş olduklarına dair elimizde belge bulunmuyor.[61] Dişli çarkla hareket nakli prensibinin keşfedilmesi gerekiyordu. Ş. Sami, Kamus Türkî’de “tolab yahut dolab ikinci imlâsıyla asıl Farisî olup Arabiye dahi geçmekle devalip’ suretinde cemi gelir” diyor. Feraid-ül Lügat da “dûlâ” ile “âb”ı birleştiriyor.[62] Farsça “ab” = su, “dûl” kova Arapça “delv”, içinden değirmene buğday dökülen değirmen çanağı, Kova Burcu Delv, kese ve çanta anlamlarına geliyor. “Dûlâ = testi; “dûlâb” = kuyudan su çıkaran çark ve her dönen şey; su kovası; küçük hazne demek oluyor ki bizim eşya koymaya mahsus dolap dediğimiz şey bundan alınmıştır.[63] “Devalib”e gelince, Suriye Arapçasında “dvelib”, dulab’ın, yani bir değirmenin su çarkının, sabit bir mihver etrafında dönen her türlü çarkın çoğulu olup devlip, delip Gaz, değlip Mr vs. tahıl, bulgur değirmeni, değirmen taşı gibi şeyleri ifade etmektedir.[64] Bu etimonlar yukarda sözünü ettiğimiz “Persian wheel” tabirini izah ediyor. Kelebe Ks, kuyudolabı; keleve Bil, Ist, Kn, Ed, TK, kuyu çıkrığı ve değirmen “çarkı”dır Krk. Evvelce sözü geçen lüle halen “dürülmüş şey”leri bir lüle kaymak, saç lüle’leri; tütün çubuklarının yuvasını ifade etmekte olup aslında su ile ilgili ölçü birimi olmanın dışında çeşme ağzını da gösterir. Bu tabir teknik hidrolik lügatçeye de geçmiştir. Boru da “dürülmüş” olduğuna göre kelime bunun karşılığında da kullanılmıştır. Balkar ve Karaçay Türklerinde ülle şeklinde devam etmektedir.[65] Bugünkü Türkiye Türkçesinde kullanılmayıp da Asya’da geçmiş sözcükler üzerinde durmadık. Bir örnek vermiş olmak için Doğu Türkçesi’nde fıçı karşılığında olan tun’un, aynen, Çinceden geçme olduğunu belirtelim.[66] Yeraltından böylece çıkarılan sular her zaman içilmeye veya yemek ya da sair ev işlerinde kullanılmaya salih olmayabilir. Bunları süzmek gerektiğinde alt kısmında musluğu bulunan bir küpün içine bir tabaka yıkanmış kum ve bunun üstüne de ince dövülmüş bir odun kömürü tabakası döşenir. Kayseri ve Niğde yörelerinde de dorak adı verilen bir yumuşak ve süngerleşmiş taş, içi oyularak bu amaçla kullanılır. Bununla yoğurt da süzülür. Pazarören Pınarbaşı-Kayseri Avşar’larınca mezkûr taş bu iş için çok istimal edilir. Dorakçı, bu taşlarla yoğurt süzgeci imal eder. Dorak sözcüğüne DLT’te rastlamıyoruz. Bu itibarla bu taş Anadolu’da eğer göç yolu üzerinde bir mahalde değilse öğrenilmiş olmalı. Suyun muhafaza, taşınma ve kullanılmasına mahsus kaplara ait lügatçe işbu kapların imal edildikleri malzeme ve şekillerinin tenevvüü nedeniyle hayli zengindir. Gerçekten bu kaplar, malzeme bakımından üç ana gruba ayrılır ahşap, toprak ve madenî. Ahşaptan mamul kaplar dolu kütükten çıkarılmış, parçalı olarak imal edilmiş ve doğal olarak oyuk selülozik kabuklardan kabaklar elde edilmiş olanlar diye ayrılabilir; madenî kaplar da çoğunlukla kalaylı bakırdan mamuldür. Teneke kaplar fazla rağbet görmez. Esas muhafaza kapları, büyük küpler, pişmiş topraktandır. H. Zübeyir Koşay, “Türkiye Halkının Maddî Kültürüne dair Araştırmalar, II, Kap-Kaçak ve diğer Mutfak Takımları ile ilgili Lügatçe”sinin[67] önsözünde “Bir milletin medeniyet seviyesine yalnız mutfak ve evindeki kap kaçağa bakarak da hüküm vermek mümkündür. Bu hususta… Türkiye Türklerinin çok ileri safta olduklarına şüphe yoktur… Kalkolitik devrin çizgi motiflerini çam bardaklarda görebiliriz. Hititlerin gaga biçimli testileri yine senek veya bardak adı verilen ağaç testilerde yaşar. Frig devrinin madenî ve ortası göbekli kapları şifa tasları’nda görülebilir. Kap-kaçak ile ilgili sözlerin çoğunun Türkçe ile akraba lehçe ve dillerde müşterek olduğuna göre Türklerin Orta Asya’dan da bir medeniyet hamulesi ile geldiklerine şüphe edilmez. Çanak çömlek bakımından bugünkü Anadolu’nun maddî kültürü eski yerli ve Orta Asya ananesine dayanır… Anadolu’da Sille, Avanos, Mihallıççık, Çanakkale gibi bölgelerde çanak – çömlek imalâthanelerinin çok eski geleneğe dayandıklarına şüphe yoktur. İznik, Bursa, Konya, Edirne, Kütahya, İstanbul’da yapılan sırlı ve çok renkli eserlerin imali ananesinin de şarktan geldiğini sanıyoruz.[68] Madenden yapılan kap-kaçak ve bilhassa bakırların çeşidi bakımından pek az ülke Anadolu ve Yakın Şark ile yarışabilir…” diyor. Dolu kütükten çıkarılan kaplar genellikle çamdan oluyor. Çam suya makbul bir koku katıyor; bunlar ahşap kapların çoğunluğunu teşkil ediyor. Mamafih aynı bir sözcüğün, mahalline göre, farklı kapları ifade ettiğini de derhal ilâve edelim, örneğin senek, Sivas’tan İzmir’e kadar uzanan bölgede “çam ağacından yapılan su testisi” iken aynı sözcük Doğu’da Ağ, Kr ve bundan evvelki bölgeye dahil To, Krş ve Ank yörelerinde “topraktan yapılmış su testisi, su küpü” karşılığı, Ağ’nın bir başka yerinde de “bakır güğüm” oluveriyor. Yine Sm’da “kova süzgeçi” demek olan sepecek Ant yöresinde “içi oyuk kabak”ı ifade ediyor. Bu gibi misaller çoğaltılabilir. Senğek’in Kaşgarlı Oğuzca olduğunu bildirip onu “su içilen testi, ağaçtan oyulmuş su kabı” şeklinde tarif ettiğine göre[69] bu kap Türkmen’le beraber gelmiş olmalı. Zamanla, mahallin imal veya tedarik imkânlarına göre, ana kullanma amacı aynı kalmak kaydıyla, malzemesinde değişme olmuş olmalı. “Her zaman suya varıp gelmez senek Kayda geçer er yerine her zenek”[70] Doğal olarak oyuk olan kaplardan alavurt kabaktan su kabı — Mğ; çamçak su kabağından kap — Bo; güdül kabaktan sapsız su kabı —- Dy, Kn; susak su kabağından oyulmuş maşrapa — sol — Tk, Sn, İz, Brs, Kn, Ed, Es, Bil, Brd, Ant, Af, Mn, Ba; talavart su kabağından su kabı — Mğ zikredilebilir. DLT’te susgak, Karluk, Kıpçak ve bütün göçebeler dilinde susak, kendisiyle su ve benzeri şeyler daldırılarak alınan nesne; susık da, bazı lehçelerde, kova olarak gösteriliyor.[71] İlki ile sonuncusu birbirinden bozma gibi ses çıkarıyor. Bu arada, Arapça bir nevi kabak olan kernip var ki kernep, Ml’da tahta külek. Hat ve Ada’da da su kabağıdır. Güdül, bir taraftan da malzemesi toprak olan “çocuk toprağı ısıtılan kap” Krş, “küçük toprak testi” Kn, Ant; aynı manaya gelmek üzere güriz — Ezc; “küçük toprak testi” Kn, Ant; “kulplu ve boğazı kırık toprak testi”yi Af, To, Es, Ks, Bt, Dy, Ank, Nş, Kn, İç, Kerkük ifade etmektedir. Ayrıca varyantları da vardır gübüren, gübüş, güdrük, güdülük, güdürük, güdürm. Susak ise, “kabaklığı” dışında ağaç maşrapayı Nğ, Ank, İç, Kn, Dz, Ada, Ant, Ky, Gr, Ama, Gaz, Kü, Brd, Ezm, İz, Sm belirtiyor. Tol, Divriği’de “kurumuş kabaktan yapılan kap” diye biliniyor.[72] Kabak, maşrapa olarak kullanıldığında sapı bırakılıp gövdesi ortadan kesilir Matara gibi iş görecekse sap dibine yakın kesilir ve ucuna bir tıkaç uydurulur. Arapça kürneb’den muharref kernep-kernaba-kernib-kernip, su kabağı olup Ml, Reyhanlı ve Amik ovası Türkmenleri — Hat, Ada, Dy, Mr, Sv kernip ayrıca kulplu yağ küleği Yz, Krş, su tası’dır Mr. Yine su kabağından yapılmış kap demek olan kevgi, kevki, kevkir, kevkür Bo, Ada, İç, Isp, Kn, ahşap çanak, kâse, zarf, kılıf manalarına gelen xαυxί’den gelmedir.[73] Oyma kaplardan borla çamdan oyma su kabı — Kc, boduç-dobuç-dabuş çam bardak, ağaçtan yapılmış soğuk tutan kap, tahta kova — Tr, Ezc, kövlek çamdan emzikli su kabı — Ks, kııfa ağaçtan oyma büyük testi, senek, çotra — Yz, sinit çamdan oyma testi — Kn, şabşak-şaplak-şapşa-şapşak Edirne’den Trabzon, Sivas’a kadar Anadolu’nun Batı yarısı, tıkır çamdan oyma testi — Ks, Çr, Sm, Yz, yasman altı geniş, üstü dar su kabı, çam bardak — İz gibi adlar sıralanabilir. Bunlar dışında, yine oyma olması muhtemel olup da sarahatin bulunmadığı kennip yukarda sözünü ettiğimiz kernip’ten galat, ağaç su tası — Nizip, kovata-gavata maşrapa, su kovası — Ant, Mğ, Brd — ayrıca huni, aynı Mğ’da, sunak maşrapa, su kabı — Ada, Sv — “sunmak”tan mı, yoksa susak’tan mı muharref? tirki ağaçtan yapılmış su kabı — Tr var. Halen γαβάδα, tas, çanak, kâse, toprak çanak, güveç manalarını karşılamakta olup I. asırda gabatà tesmiye edilen bir kap Romalıların sofra servisi meyanında yer almıştır.[74] Latince bu kelime gavata olarak da kullanılıyor. KT kavata’yı “yekpare ağaçtan oyulmuş kap” olarak gösteriyor. Ayrıca, yukarda adı geçmiş çamçak-çapçal da yine ağaçtan yapılmış su kabı, maşrapa olarak eski metinlerde geçiyor “Bir adamı bir çapçak bozaya değişirlerdi”[75] Çapçak, çeşitli Asya lehçelerinde küp, kova, kap olarak geçmekle birlikte Abû-Hayyân Kitâb al-İdrak li-lisân al-Atrâk onu “bakır kulplu kova” olarak gösteriyor.[76] Çamça diye de büyük ağaç kepçe adlandırılıyor Mn, Mr, Kn. Büyük fıçıların yassı tahtalardan imal edilip çoğu kez çemberle takviye edilmesi doğaldır. Porik Ezm, yangı Kc, Bil, Bo, Ank, vedre tahta kova, külek — Ist, Ezc, İz, Kr bunlardandır. Fot. 15’de solda ve fot. 16’da ortada aynı şekilde meydana getirilmiş iki tip çam ve ardıçtan yatık görülüyor. Bu yatık’ların bir kısmı testi şeklinde, tek kulplu ve emzikli, bir kısmı da matara biçiminde yassı ve yuvarlak olup bunlar çoğu zaman iki emzikli çam veya ardıçtan, elde ve omuzda kolay taşınabilir su kaplarıdır Orta ve Batı Anadolu. Fot. 16’daki şapşak sağda, kütükten oyma olup doldurma boğazı ve emziği ile kulpları havi üst kısmı ile dibi geçmedir. Yatuk için Mahmut iki tarif veriyor. Biri şu anda konumuz dışı olup onu “Dokuma Teknikleri” bahsinde göreceğiz. Diğeri de şöyle “yatuk nenğ = atılan, unutulan her şey. Tembele yatuk kişi denir. Oğuzlardan bir takımları vardır ki şehirlerinden dışarıya çıkmazlar, savaş yapmazlar. Onun için bunlara yatuk denir, tembeller ve atılmışlar demektir”.[77] Devrinin yerleşik entelektüel kent adamı Mahmut’un, işbu “savaşmayan” Oğuzlardan söz ederken yüzünü nasıl buruşturduğu ifadesinden görülüyor… Sıvı muhafaza kabı olarak yatık’ın ağzı dar, boğazı kısa, karnı yassı su kabı Anadolu Türkçesinde XIV. kullanıldığını görüyoruz “Miftah-ül-Lûga”, Amasyalı Şeyh Mahmut bin İbrahim’in II. Bayezit adına düzenlediği Farsçadan Türkçeye sözlük. Müteakip asırdan da birkaç misal vereceğiz, “Et-Tuhfet-üs-Seniyye”den, Amasyalı Deşişî Mehmet Efendi’nin 1580 yılında Mısır beylerbeyi Hasan Paşa adına düzenlediği Farsçadan Türkçeye sözlükten “Kemas Fa. = Yatuk dedikleri yassı bardak, bakırdan ya ağaçtan, ya saksıdan ederler; koltukta götürürler”. “Kendû-pehen Fa. = Bir nevi şarap zarfıdır ki Türkiye’de kanata derler ve yatık kabak”…[78] Tebdili mekân ile bazı nesnelerin hayvan, bitki, hammadde gözden kaybolmasının o nesnelerin adlarının yaşamaya devam etmesine karşılık bunların mümasil başka nesnelere ıtlak olunabileceğinden evvelce söz etmiştik. Anlaşıldığına göre yatık, mahallî malzemeye göre ağaç, bakır, ya da topraktan olabiliyor, mahallî istihsale göre de su ya da şarap istiap edebiliyor. Zarf olarak da “kabak”, tarifin esasını teşkil ediyor… Çotara-çotura-çötre-çötüre, ağaçtan yapılmış küçük su kabı-testi’nin Batı Anadolu kökeni χύϱα–χύδϱο toprak kap, kâseye dayandırılıp Latince scutra’nın da aynı anlama geldiğine işaret ediliyor.[79] Modern Rumcada da ϱα ahşap mataradır. Buna karşılık Räsänen, çotur’un Çağatay Türkçesinde “küçük burun, küçük burunlu kişi, bir şeyin çıkıntılı ucu”; Osmanlıcada da “geniş, geniş burunlu kişi”, çotura’nın da “geniş, yassı, küt” demek olduğunu yazıyor.[80] Kütükten oyma kapların yapılışına bir umumi misal olmak üzere senek’in imalini görelim yaş çam ağacından 25 cm kadar çapta ve 35 cm kadar uzunlukta bir kütük kesilir kuru çamda çatlak bulunacağından elverişli değildir. Ayrıca işlenmesi de çok daha zordur Kovan burgusu adı verilen matkapla kütüğün bir başından bir başına, senek ağzının iç çapına eşit çapta bir delik delinir “1” deliği. Gövde, ilerde kaşık imali bahsinde göreceğimiz kaşıkçı bıçağı ve iskarpele ile oyulur “2” boşluğu. Ve nihayet kulak burgusu ile emzikler “3”, “2” boşluğuna kadar delinir. Açık kalan tabana ıslanınca şişecek olan kuru bir tahtadan kapak geçirilir. Senek’in iç yapısı bitmiştir. Dışı da, keserle ikmal edilir. Şekil 5 Kovan burgusu, geniş ağızlı bir marangoz burgusu olup kulak burgusu da bir ince marangoz matkabından başka bir şey değildir. Adını, sabanın iki tarafındaki kulak’ların[81] saban gövdesine birleştirilmesinde kullanılması itibariyle almıştır.[82] Iskarpele de iğdemir olup İtalyanca “scarpello”dan gelir.[83] Anadolu’nun aşağı yukarı her tarafına yaygın, toprak testi, toprak küp, zeytinyağı ölçeği gibi kapları ifade eden ve cara-carra-cer-cere-ceren-cerme-cıra-cire-cüri-çirdek gibi varyantlar arz eden kap işbu adlarını, Arapça toprak testi demek olan carra’dan almış olmalı. Keza Farsçada carra, kavanoz, toprak su kabının karşılığı olup Ermenicede de cara, testidir.[84] Fransızlar da, içinde su muhafaza edilen büyük toprak gre vazonun “jarre” adım yine Arapçadan almışlardır. Ferhengname-i Sa’di çevirisi ile XIV. yy. Anadolu Türkçesinin şiir dilindeki ilk güzel örneklerini vermiş olan Gülşehri’nin Kırşehirli Hoca Mesut yine Farsçadan çevirdiği manzum “Süheyl-ü Nevbahar” hikâyesinde “Dahi dedi bu sureti ansızın Çü gördüm anı andım ü gensizin Elimden boduç düştü eyledim ah Hemin üşbudur benden olan günah” gibi bir kıta var.[85] Burada geçen boduç’un, çok sayıda varyantı ile Türkiye’nin Sivas ilinin Batı’sında kalan az çok her yerinde “çam ağacı veya topraktan yapılmış küçük testi, yuvarlak kulpsuz testi; toprak, çam ağacı veya madenden yapılmış ibrik, emzikli testi; kapaklı ve lüleli çinko sürahi, toprak, bakır sürahi; güğüm, küçük güğüm; bakır veya teneke maşrapa, büyük su tası; çömlek; küp; yemek pişirilen büyük kazan; çam ağacından yapılmış su fıçısı ve nihayet manda boynuzundan mamul katran kabı” manalarında kullanıldığını görüyoruz. Ermenicede de badçkam maşrapa demektir. “Maşrapa”nın kendisi de, Arapça toprak içki kabı manasına gelen “mişrebe”den muharreftir “şeribe” = içmek. Bütün bu kaplardan bazılarının kapaklı olması da önemli gibi görünüyor. 1533’te ölen büyük Türk bilgini Kemâl Paşazade Ahmed Şemsüddin İbni Kemal’in, Farsça bazı kelimelerin benzerleri ve anlamdaşları arasındaki kök ve yapı farklarını ve anlam inceliklerini gereği gibi irdeleyen “Dekayık-ül-Hakayık” adlı çok önemli eserinin bir yerinde “Dîde, gözün içinde kapağ altında olan yirdir. Çeşm’de kapağ ve kirpik dâhildir” tarifi okunuyor.[86] Kapak’a Kaşgarlı’da “göz kapağı, kızın kızlığı, bekâret” manalarında rastlıyoruz “kız kapakı sıdı = kızın kızlığını bozdu”.[87] Afgan Pamir Kırgızlarında kelime halen kapkak şeklinde yaşıyor.[88] Böylece sözcüğün Asya menşeli olduğu anlaşılıyor. Yunan diline de Türkçeden aynen geçmiş xαπάxι. Bu vesile ile de “kulp” sözcüğünün xλπο ile ilişkisini[89] belirtelim. Böylece mütekabil etkiye bir iki örnek daha belirmiş oluyor. Sair toprak kaplardan poçi ibrik — Kn, pulluk testi — İz, Mn, safa su kabı, maşrapa, küçük testi — Batı Anadolu, şapşap su kupası, küçük testi — Nğ, Krk, İz, Gr, tebeşir su ibriği — Kn, tıngırlak-tıngırlık dört kulplu testi — Mğ, tomtu bir kulplu testi — Ba, uzluk’u maşrapa — Çkl zikredelim. Bu toprak su kaplarının içi bir kısmında sırlı, bir kısmı sırsızdır. Testiler genellikle sırsız olup bilhassa, nispeten mesamatlı bir kille imal edilmiş sızan testi’ler, suyu soğutma bakımından revaçta olagelmiştir. Gerçekten, devamlı “terleyen” bu testilerin “ter”i tabahhur ederek içerdeki kalorileri çekmektedir. Bu testilerin çamuruna çok ince tuz katılır. Su ile temasta bu tuz eriyip gider ve yerini “delik” bırakır. Bunlardan, harareti saklayan testiden küçük kulpsu bardak olan kırmıtça da var. Bu ad kolaylıkla “kiremit”, dolayısıyla xεϱαμίx bağlanıyor. Konya’nın bir yerinde futtu, küçük çömlek, bir başka yerinde de topraktan yapılmış su maşrapası olarak kullanılıyor. Futile Roma’da ağzı geniş, dibi sivri bir kap olup Vesta kültünde kullanılırdı. Su dolu iken rahibelerin onu yere bırakamamaları için bu şekil verilmişti zira ayinlerde kullanılan suyu ihtiva eden kabın yere bırakılması memnu idi.[90] KT, fota’yı “şarap imaline mahsus uzun fıçı” olarak kaydediyor. Yine topraktan yapılmış su maşrapası uzluk Çkl, üzlük şekliyle toprak kahve tahtası Bil, içine yağ, yoğurt gibi şeyler konulan küçük toprak çömlek olarak biliniyor Orta Anadolu. Kanavaz da Manisa’da tek kulplu su testisi, Çanakkale’de büyük küp karşılığında kullanılıyor. Samsun’da maşrapa demek olan kanata Yunanca toprak testi, toprak kaptır xανάα. Bunu XVI. görmüştük. İmaline ait ayrıntılarını “İnşa Teknikleri” bahsinde göreceğimiz toprak kaplardan “testi” kelimesinin kökenini vererek bu konuyu kapatacağız Romalılarda testa ὂϱαxον-xεϱάμιον genellikle pişmiş kil veya çömlekçi toprağından yapılmış her türlü kabı, kiremidi; testu ve testum ise toprak kabın kapağını ve kabın kendisini ifade etmiştir.[91] Tercüme-i Bürhan-ı Katı’da bu konuda “mesti vezninde el ile tutup götürmesi mümkün olan zarfa derler. Mahud su konulan zarfa ki küpçüktür, desti itlâki bu itibar iledir. Destiç muarrebidir” diyor.[92] “Kap”ın kendisine gelince Latince capis, kulplu vazo, testi demek olup işbu tek kulplu capis Romalılarca şarap testisi olarak kullanılmıştır.[93] “Lehçe-i Osmanî” müellifi de “kabak” ile “kap” arasında, kabaktan kap yapılması dolayısıyla bir münasebeti iştikakiye bulunduğuna kanidir.[94] “Küp” de Arapça olup çoğulu “ekvab”dır. Ancak onu Uygarcada bulduğumuz gibi DLT’te de yedi yerde ondan söz ediliyor. Farsçaya da aynen geçmiştir. Her tür malzemeden kapların şekil ve adları burada sıralanamayacak kadar çoktur. Bunlar TED, II/1957’de H. Z. Koşay’ın “Türkiye’nin maddî Kültürüne dair Araştırmalar II, Kap-Kaçak ve Diğer Mutfak Takımlarıyla ilgili Lügatçe” adlı çalışmasında büyük ölçüde verilmiştir. Fıka-fıkı, küçük su testisi Çkl, Brs olup kelimeler, su veya şarap kabı demek olan βίxα’ya bağlanıyor. Yine “kap” kavramı ile ilgili fıkka’nın kutu, küçük kutu — Ist, Kn da aynı kökten iştikak etmiş olması varittir. Keza bocca-botça da küçük Avanos testisi olup Krş adını şişe, testi karşılığında kullanılan μπα’dan almıştır.[95] Grek ve Romalılar da çeşitli kabakları su kabı, matara olarak kullanmaktan geri kalmamışlar, xολοxύνϑη-υxύα cucurbita veya cucurbitula’lar bu maksat dışında “boynuz çekme” aracı olarak da tedavide vazife görmüşlerdir.[96] Madenî kaplardan da gegma büyük güğüm — Rize, çıngıl su veya süt kabı — Sivas ile Konya arası bölgeler, parça bakır ve teneke su kabı, maşrapa — El, Vn, Nğ, Ist, Kn, Ky, Gr, İz, Dy, Ada, Ağ sıralanabilir. Par, Malatya yöresinde çeşme, parçı da Konya’da bakır maşrapa karşılığında kullanılmaktadır. Ve nihayet bedire-bedre-bedro su kovası, bakraç Ezm, Ezc, Mş, Ar, Bt, Ank, Gm, Vn olup Farsça “bedre-bedri”, para ve altın kesesi, çıkınıdır. Orta ve Güneydoğu Anadolu’da kanne, ganne, gonne ve sair varyantları “şişe, küçük şişe, havuz, cam bardak, lamba şişesi, su kulesi, toprak boru pöhrek anlamlarında dillerde dolaşmakta olup Arapça “şişe, küçük şişe” demek olan kinnına’dan Suriye Arapçasında kannına galattır.[97] Bu arada, İngilizce “can”, “sıvı taşımaya mahsus, genellikle tenekeden, üstten kulplu kap” demek olup kelimenin Eski İngilizce “canne”den geldiğini de kaydedelim. Bunun Almancası da “Kanne”dir. “Oğuz’lar, Fars’larla birlikte düşüp kalkmaya başlayınca bir takım Türkçe kelimeleri unutmuşlar, onun yerine Farsça kullanır olmuşlar. Nitekim Oğuzlar kovaya aftabı derler. Farsçada aftâbe’ denir… Öbür Türkler kovaya kumgan … derler. Bilinmelidir ki, Oğuzların dili incedir, Türklerin, birisi asıl ve kök, öbürüsü takıntı olmak üzere çift olarak kullandıkları her bir isim ve fiilin Oğuzlar takıntı’ olanını kullanırlar. Hâlbuki öbür Türkler bunu tek olarak söylemezler. Söz gelimi Türkler bir şeyi bir şeye kattıkları zaman kattı kardı’ derler. Burada kök olan kattı’dır. Kardı’ kelimesi takıntıdır. Oğuzlar bir şeyi bir şeyle karıştırdıkları zaman kardı’ deyip asıl olanı bırakırlar” diye anlatıyor Kaşgarlı.[98] Biraz ilerde de “kumgan = ibrik, güğüm, gülsuyu şişesi” diyor.[99] Bugün aflabi, afdaha-aftafa-aftaka-aftefa ibrik şekilleriyle Kr ve Ağ illerinde devam etmektedir. Kumgan dahi halen To’da “ibrik” karşılığında kullanılmakta olup bunun kuman Bo, Ist, Brs, Kn, Ant, Tk, Kırım ve koman Kc, Ist gibi varyantları da vardır. Ayrıca kumbul da çam, söğüt, çınar vs. ağaçların kabuğundan yapılan kaptır Or, Gr. Aynı kelime yine Or’da bu ağaçların kabuğundaki sakızı ifade eder. Müşterek olan kabuklardır… İz’e yerleşmiş muhacirlerin ağzında yasman, altı geniş üstü dar olmak üzere ağaçtan yapılmış su kabı, çam bardak olup DLT’te yasıman, “su boşaltılırken boğazı gır gır eden testi” şeklinde tarif ediliyor.[100] Suyun muhafaza ve taşınması için deriden kaplara nadiren rastlıyoruz. Galası-galaz Mr, Gaz bunlardan biridir. Γαλά süt demek olduğuna göre bu ad bu kabın muhtemelen eskiden süt veya sütlü maddelerle ilgili olduğu sanısına yol açıyor. Sakaların kırba’sının ise adı Arapçadır. Sucu omuzluğu olan cakkıl-cakkol-çekkel ve varyantları Bo, Ar, Ezm, Ezc, Gm, Sv, Es “çengel”den galat olmalı ki bu dahi Farisî “çengâl”dan insan pençesi, kuş tırnağı, kuyu çengeli, yemek çatalı muharreftir. DLT’te 1/392 “matara, ibrik” karşılığında künek kelimesini buluyoruz ki Clauson bunun aslının könek olup muhtemelen kön’ün tasgiri olabileceğini, bu takdirde de “küçük bir deri nesne”yi ifade edeceğini ileri sürüyor.[101] Sözcük halen çeşitli Asya lehçelerinde devam ettiği gibi onu VlII. kadar geri götürebiliyoruz. Räsänen de köynük şeklinin “deriden süt kabı” manasında Osmanlıcada ve Başkır Türkçesinde geçtiğini ekliyor.[102] Gezginci toplumlarda derinin başlıca hammaddelerden olması doğaldır. Bu itibarla bunlarda, yerleşiklere nazaran bu gibi kapların daha çok deriden olabileceği düşünülür. Kelime halen kısa kollu hırka olarak gönek Ank; göynek ve varyantları şeklinde frenkgömleği, iç çamaşırı az çok her tarafta; göğnük şeklinde su birikintisi Brd, Mr, Mğ; könek olarak gömlek Bt, Gaz; köynek-kövnek şekilleriyle de yine gömlek, iç çamaşırı Doğu illeri karşılığında devam ediyor. Bu çamaşırların ve elbiselerin de gezgincilik devirlerinde kısmen deriden olduğu akla gelir. Yine Räsänen Tarancî kökür, Oirot kökör, Kazak kökkör…’ün deriden bir kabı ifade ettiğini yazıyor[103] ki bugün kökür, kevgir, süzgeç manalarında kullanılmaktadır Kr. Buraya kadar verdiğimiz tariflerin çoğunda kap olarak kova sözcüğü geçti. Clauson, kelimenin ilk şekli kovğa’yı kovuk ile yaklaştırıyor içinin boşluğu.[104] Benzer şekilde Räsänen de kobga’yı “çukur, boşluk, oyuk” demek olan koba’ya bağlıyor.[105] VIII. Uygurcada kullanılan kovğa “kovğasın suv içre kemişmişler = kovalarını suya daldırdılar” koboğa koboğo şeklinde de Moğolcaya geçmiş.[106] Dipnotlar [1] G. Wiet, V. Eleseef et Ph. Wolff. L’Evolution des Techniques dans le Monde Musulman au Moyen-Age, in CHM, VI/1, 1960, sah. 17. [2] Bugün “artezyen” denildiğinde burgu akla gelir. [3] GA, III, mad. “hareze” [4] A. Tietze. — Griechische Lehnwörter im Anatolischen Türkisch, in Oriens. VIII/2, 1955. [5] Rich, mad. “tolleno”. [6] ibd., mad. “situla”. [7] A. Tietze. — Direkte arabische Entlehnungen im Anatolischen Türkisch, in Jean Deny Armağanı, Ankara 1958. [8] DLT, III, sah. 237. [9] DLT, I, sah. 147. [10] BTL. [11] DELT. [12] VI/119. [13] G. Wiet ve ark., [14] A. Leroi-Gourhan. — L’Homme et la Matiére, Paris 1971, sah. 97. [15] DAT, I, sah. 380. [16] ibd., sah. 381. [17] Bunu ilerde kağnı tekerinde de göreceğiz. [18] BTL. [19] DELT. [20] DLT I, sah. 421. [21] Rich. Latincede bu kelime “küçük yuvarlak, küçük daire, küçük tekerlek, makara” manalarına gelmektedir. [22] EI, mad. “Fılâha”, sah. 909. [23] Falkenstein, Archaische Texte aus Uruk, sah. 183, No. 803’den naklen DAT, sah. 383. [24] DAT, sah. 383. [25] DELT. [26] A. Tietze. — Direkte arabische Entlehnungen. [27] “Doma” Latince “düz dam” demek olup bazı kuyuların üzerinde yağmur veya güneşten korunmak için etrafı açık küçük bir dam bulunur. [28] A. Tietze – [29] ibd. [30] Farsça “mar”, “meyar” muhaffefi olarak “getirmek”, yani isal etmek manasındadır ki işbu mar’ın “getirilmiş” su ile ilgisi akla yakın düşüyor. [31] DELT, mad. “boru”. [32] op. cit. sah. 345. [33] Koşay – Makaleler ve İncelemeler, Ankara 1974, [34] BTL. [35] G. Clauson – op. cit. sah. 336, 925. [36] op. cit., sah. 87. [37] DLT III, sah. 17. [38] DLT III, sah. 363, 376. [39] ibd., sah. 280. [40] TS, mad. “bınar-bunar”. [41] A. İnan. — İran’da Kara Koyunlu Türkleri, in TFA 323, haz. 1976. [42] DLT, I, sah. 100. [43] ibd., II, sah. 19. [44] G. Clauson — sah. 324, 328. [45] B. Ögel. — İslâmiyet’ten önce Türk Kültür Tarihi, sah. 259. [46] A. Tietze. — [47] ibd. ve DS. [48] H. von Moltke. — Türkiye’deki Durum, sah. 180. [49] G. Contenau. — La Civilisation Phénicienne, sah. 228. [50] ibd. [51] S. Moscati. — L’Orient avant les Grecs, sah. 75. [52] B. Ögel. — sah. 351. [53] Planhol. — De la Plaine Pamphylienne, sah. 55. [54] “İnşa Teknikleri” bahsinde göreceğiz. [55] İ. H. Konyalı. — Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi, Konya 1964, sah. 983. [56] A. Tietze. — [57] Webster’s New Twentieth Century Dictionary, 1957. [58] op. cit. sah. 329. [59] İbn Batuta Seyahatnamesi, terc. M. Şerif, İstanbul 1333-1335, sah. 325 ve 327. [60] Rich. [61] J. Laessoe. — Reflexions on Modern and Ancient Oriental Water Works, in Journal of Cuneiform Studies, 7, 1953, sah. 5-26, DAT, sah. 381’de zikredilmiş. [62] BTL. [63] GG. [64] A. Tietze. — ve DS. Bunların ayrıntılarına ilerde gireceğiz. [65] M. Räsänen. — sah. 520. [66] ibd., sah. 500. [67] in TED, II, 1957. [68] Bkz. Tahsin Öz. — Turkish Ceramics H. Z. Koşay’ın notu [69] DLT, III, sah. 367. [70] Kadı Burhanettin Divanı XIV. yy., in TS. “Zenek” Farsça “küçük kadın”dır. [71] Sırasıyla I, sah. 470 ve I, sah. 382. [72] A. Caferoğlu. — Sivas ve Tokat İlleri Ağızlarından Toplamalar, İstanbul 1944, sah. 265. [73] A. Tietze. — Griechische Lehnwörter. [74] Rich. [75] Naima XVII-XVIII. yy., in TS. [76] M. Räsänen. — sah. 99. [77] DLT III, sah. 14. [78] TS, mad. “yatık”. [79] BTL, DELT. [80] op. cit. sah. 116. [81] “Tarım Teknikleri” bahsinde ayrıntılarıyla görülecek. [82] – Acıpayam çevresinde “senek”, in TFA, 302, Eylül 1974, sah. 7095-6. [83] BTL. [84] A. Tietze. — op. cit. [85] TS. [86] ibd. [87] DLT, I, sah. 382. [88] R. Dor. — Contribution à l’Etude des Kirghiz du Pamir Afghan, Cahiers TURCICA 1, Paris 1975, sah. 248. [89] BTL. [90] Rich. [91] ibd. [92] BTL. [93] Rich. [94] BTL. [95] A. Tietze. — Griechische Lehnwörter. [96] Rich. [97] A. Tietze. — [98] DLT I, sah. 431-432. [99] ibd., sah. 440. [100] ibd., III, sah. 38. [101] sah. 731. [102] sah. 290. [103] sah. 288. [104] sah. 583. [105] sah. 273. [106] G. Clauson. — ibd. Düzce'de kuyudan çıkan su alev alev yanıyor Düzce'nin Köprübaşı Ömerefendi köyünde bulunan bir çiftlik evinin bahçesindeki kuyudan akan su çakmak çakıldığında yanmaya başlıyor. Yanan su görenleri hayrete düşürürken, çiftlikte bulunanlar üzerine yemek pişirebiliyor. Abone Ol Haber Merkezi 28 Haziran 2020, 1340 Son Güncelleme 28 Haziran 2020, 1347 DHA Yoğun yanma olan suyun etrafına taş duvar örülerek üzerine bir düzenek yapıldı ve çiftlik sahipleri yanan suyun üzerinde yemek pişirmeye başladı. Düzce’nin Köprübaşı Ömerefendi köyünde bulunan çiftlik evinin bahçesine sulama amaçlı açılan kuyudan akan sudan çıkan koku çiftlikte bekçilik yapan Hasan Aktürk’ün dikkatini çekti. Bununla birlikte suda meydana gelen kaynama ve köpüklenmeyle birlikte gaz salındığını fark eden Aktürk, suya çakmak çakınca yanmaya başladı. DHA Köprübaşı Ömerefendi köyünde bulunan çiftlik evinin bahçesine sulama amaçlı açılan kuyudan akan sudan çıkan koku çiftlikte bekçilik yapan Hasan Aktürk’ün dikkatini çekti. GÜNDEM Denizli'de endişelendiren olay Yeraltı termal su kaynaklarında sıcaklık 35 dereceden 80 dereceye çıktı Yoğun yanma olan suyun etrafına taş duvar örülerek üzerine bir düzenek yapıldı ve çiftlik sahipleri yanan suyun üzerinde yemek pişirmeye başladı. DHA Bununla birlikte suda meydana gelen kaynama ve köpüklenmeyle birlikte gaz salındığını fark eden Aktürk, suya çakmak çakınca yanmaya başladı. Projeyi ilerleten çiftlik sahipleri evlere sıcak su hattı çekerek kalorifer peteklerini ısıttılar ancak mesafe uzun olduğu için su devir-daim sırasında soğuduğundan verim alınamadı. GÜNDEM Denizli'de şaşkına çeviren görüntü Karayolunun altından geçen sıcak su kaynağı asfaltı deldi DHA Yoğun yanma olan suyun etrafına taş duvar örülerek üzerine bir düzenek yapıldı ve çiftlik sahipleri yanan suyun üzerinde yemek pişirmeye başladı. Yanan su hakkında bilgi veren Hasan Aktürk, “Burası bir çiftlik, sulama mahiyetinde bu kuyu açıldı. Artezyen çakıldı. 110 metreye inildiğinde sular çıktı. Çıktıktan sonra suda koku vardı. Kokan suya çakmağı çaktık, cayır cayır yanmaya başladı. Doğal gaz gibi devamlı yanan bir su. Üzerinde köfte pişiriyoruz, ciğer pişiriyoruz yiyoruz. Üzerine taze mısır koyuyoruz tenekeyle yiyoruz, pişiriyor. Duyan merak edip görmeye geliyor. Yakılı kalınca hiç sönmüyor. Sadece kuvvetli bir rüzgar söndürebilir. Evlere tesisat çektik, suları ısıttı, petekleri ısıttı. Ancak borunun uzun olması nedeniyle yaklaşık 100 metre devir-daim yaparken su soğudu. Tam ısıtamadığı için kullanmamaya başladık” dedi. DHA Köprübaşı Ömerefendi köyünde bulunan çiftlik evinin bahçesine sulama amaçlı açılan kuyudan akan sudan çıkan koku çiftlikte bekçilik yapan Hasan Aktürk’ün dikkatini çekti. FOTOĞRAF 8 Düzce'nin Köprübaşı Ömerefendi köyünde bulunan çiftlik evinin bahçesine sulama amaçlı açılan kuyudan akan sudan çıkan koku çiftlikte bekçilik yapan Hasan Aktürk'ün dikkatini çekti. Bununla birlikte suda meydana gelen kaynama ve köpüklenmeyle birlikte gaz salındığını fark eden Aktürk, suya çakmak çakınca yanmaya başladı. Yoğun yanma olan suyun etrafına taş duvar örülerek üzerine bir düzenek yapıldı ve çiftlik sahipleri yanan suyun üzerinde yemek pişirmeye başladı. Projeyi ilerleten çiftlik sahipleri evlere sıcak su hattı çekerek kalorifer peteklerini ısıttılar ancak mesafe uzun olduğu için su devir-daim sırasında soğuduğundan verim alınamadı. Yanan su hakkında bilgi veren Hasan Aktürk, “Burası bir çiftlik, sulama mahiyetinde bu kuyu açıldı. Artezyen çakıldı. 110 metreye inildiğinde sular çıktı. Çıktıktan sonra suda koku vardı. Kokan suya çakmağı çaktık, cayır cayır yanmaya başladı. Doğal gaz gibi devamlı yanan bir su. Üzerinde köfte pişiriyoruz, ciğer pişiriyoruz yiyoruz. Üzerine taze mısır koyuyoruz tenekeyle yiyoruz, pişiriyor. Duyan merak edip görmeye geliyor. Yakılı kalınca hiç sönmüyor. Sadece kuvvetli bir rüzgar söndürebilir. Evlere tesisat çektik, suları ısıttı, petekleri ısıttı. Ancak borunun uzun olması nedeniyle yaklaşık 100 metre devir-daim yaparken su soğudu. Tam ısıtamadığı için kullanmamaya başladık dedi. Kuyudan çıkan yanan su şaşırtıyor Düzce'nin Köprübaşı Ömerefendi köyünde bulunan bir çiftlik evinin bahçesindeki kuyudan akan su çakmak çakıldığında yanmaya başlıyor. Yanan su görenleri hayrete düşürürken, çiftlikte bulunanlar üzerine yemek pişirebiliyor.

kuyudan su çekmekte kullanılan kaldıraç benzeri düzenek